Meselâ necis ve murdar bir şeyin âyinedeki sureti ne ne-
cistir, ne murdardır; ve yılanın timsali ısırmaz.
İşte şu sırra binaen, tasavvur-i küfür, küfür değil; ta-
hayyül-i şetim, şetim değil. Hususan ihtiyârsız olsa ve fa-
razî bir tahattur olsa, bütün bütün zararsızdır.
Hem ehl-i hak olan ehl-i sünnet ve Cemaatin mezhe-
binde, bir şeyin şer’an çirkinliği, pisliği, nehy-i İlâhî sebe-
biyledir. Madem ki ihtiyârsız ve rızasız bir tahattur-i fara-
zîdir, bir tedai-yi hayalîdir; nehiy ona taallûk etmez. o
dahi ne kadar çirkin ve pis bir şeyin sureti dahi olsa, çir-
kin ve pis olmaz.
İkİNCİ MeSeLe:
Barla yaylası tepelice’de çam, kat-
ran, karakavağın bir meyvesi olup, sözler mecmuasına
yazıldığı için buraya yazılmamıştır.
(1)
ÜÇÜNCÜ MeSeLe:
Şu iki mesele, Yirmi Beşinci sö-
zün, i’caz-ı kur’ân’a karşı medeniyetin aczini gösteren
misallerinden bir kısmıdır. kur’ân’a muhalif olan hukuk-i
medeniyetin ne kadar haksız olduğunu ispat eden binler
misallerinden iki misal:
(2)
p
Úr
`n
«`n
ã`r
fo
’G u
ßn
M o
?r
ãp
e p
ô`n
c
s
ò?p
?n
a
olan
hükm-i kur’ânî, mahz-ı adalet olduğu gibi, ayn-ı merha-
mettir.
evet, adalettir. Çünkü, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla
bir erkek, bir kadın alır, nafakasını taahhüt eder. Bir ka-
dın ise, bir kocaya gider, nafakasını ona yükler, irsiyet-
teki noksanını telâfi eder.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adalet:
hakkaniyet, âdillik.
âyine:
ayna.
ayn-ı merhamet:
merhametin ta
kendisi, gerçek anlamıyla merha-
met.
binaen:
- den dolayı.
ehl-i hak:
iman, İslâmiyet ve hak
yolunda olan.
ehl-i sünnet ve cemaat:
Hz. Pey-
gamberin sünnetinden ayrılma-
yanlar, sünnete uygun hareket
edenler.
ekseriyet-i mutlaka:
kesin ço-
ğunluk, genel çoğunluk.
farazî:
var sayılan, zan ve tahmin
edilen.
hukuk-i medeniyet:
medenî hu-
kuklar, kanunlar.
hususan:
özellikle.
hükm-i kur’ânî:
Kur’ân’ın hük-
mü, emri.
i’caz-ı kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ği.
ihtiyârsız:
elinde olmadan.
irsiyet:
soydan gelen.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
itibarıyla:
sayılmak üzere.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
madem:
böyle ise.
mahz-ı adalet:
adaletin ta kendi-
si, tam anlamıyla eksiksiz adalet.
mecmua:
çeşitli konularla ilgili
yazıların toplanmasından meyda-
na gelen kitap.
medeniyet:
bir topluluğun hayat
tarzı, uygarlık.
meselâ:
misal olarak.
mesele:
ehemmiyetli iş, konu.
mezhep:
bir dinin bazı noktalar-
da görüş farkları bulunan kolla-
rından her biri.
misal:
benzer, numune; ör-
nek.
muhalif:
aykırı, uymayan.
murdar:
pis, kirli.
nafaka:
geçimlik, geçim için
gerekli olan şeyler.
necis:
pis, murdar.
nehiy:
yasaklama.
nehy-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
yasaklaması.
noksan:
eksiklik.
rızasız:
razı olmadan.
suret:
şekil, biçim, görünüş.
şer’an:
şeriat bakımından.
şetim:
çirkin, söz, sövme.
taahhüt:
garanti altına alma.
taallûk:
ilgili, alâkalı olma.
tahattur:
hatıra getirme.
tahattur-i farazî:
asılsız şey-
lerin hatırlanması.
tahayyül-i şetim:
kötü şeyle-
ri, sövmeyi hayal etmek.
tasavvur-i küfür:
küfür olan
şeyleri düşünmek.
tedai-yi hayalî:
hayale geliş,
hayali çağrışım.
telâfi:
eksiği giderme.
timsal:
resim, suret.
o
n
B
irinci
m
ekTup
| 66 | Mektubat
1.
Bakınız: Sözler, s. 353; Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2004.
2.
Erkeğin hakkı, iki kadın payı kadardır. (Nisâ Suresi: 176.)