İşte, kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şey-
tanların ve muzırların halk ve icatları şer ve çirkin değil-
dir; çünkü çok netaic-i mühimme için halk olunmuşlar-
dır. Meselâ, melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları
için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül
etmez. keza, hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olma-
dıkları için, mertebeleri sabittir, nakıstır.
Âlem-i insaniyette ise, meratib-i terakkiyat ve tedenni-
yat, nihayetsizdir; nemrutlardan, Firavunlardan tut, tâ
sıddıkîn-ı evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesa-
fe-i terakki var.
İşte, kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan
ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiy-
le ve sırr-ı teklif ve ba’s-ı enbiya ile, bir meydan-ı imtihan
ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. eğer mücahe-
de ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas
ve kömür hükmünde olan istidatlar beraber kalacaktı.
âlâyıilliyyindeki ebu Bekr-i sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîn-
deki ebu Cehil’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.
demek, şeyatin ve şerlerin yaratılması büyük ve küllî
neticeye baktığı için, icatları şer değil, çirkin değil. Belki,
sû-i istimalâttan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiye-
den gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı
İlâhîye ait değildir.
Eğersualetsenizki:
“Bi’set-i enbiya ile beraber,
şeytanların vücudundan ekser insanlar kâfir oluyor, küf-
re gidiyor, zarar görüyor. ‘el hükmü lilekser’ kaidesince,
âlâyıilliyyin:
en yüksek mertebe.
Âlem-i insaniyet:
insanlık âlemi
ba’s-ı enbiya:
insanlara peygam-
berlerin gönderilmesi.
beliyye:
felâket, musibet
bi’set-i enbiya:
peygamberlerin
vazifeli olarak gönderilmeleri.
cihad:
düşmanla savaşma.
ekser:
pek çok.
el-hükmü lilekser:
hüküm ço-
ğunluğa göre verilir.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
ervah-ı âliye:
yüce ruhlar.
ervah-ı safile:
alçak, kötü ruhlar.
esfel-i safilîn:
aşağıların en aşağı-
sı.
gayet:
son derece.
halk:
yaratma.
hayvanat:
hayvanlar.
hilkat:
yaratılış.
hükmünde:
değerinde.
icad-ı İlâhiye:
Allah’ın yoktan var
etmesi.
icat:
yoktan var etme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kaide:
esas, kural.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kesb:
işleme, yapma.
kesb-i insan:
insanın fiil ve hare-
ketleri.
keza:
aynı şekilde, böylece.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama.
küllî:
bütüne ait, umumî.
o
n
i
kinci
m
ekTup
| 72 | Mektubat
maden-i insaniyet:
insandaki
değerler, insanlığın özü.
makam:
derece, mevki.
melâike:
melekler.
meratib-i terakkiyat:
terak-
ki, ilerleme mertebeleri.
mertebe:
derece, mevki.
mesafe-i terakki:
ilerleme,
yükselme mesafesi.
meselâ:
misal olarak.
meydan-ı imtihan:
imtihan
meydanı, dünya.
musallat:
rahatsız etme, sa-
taşma.
muzır:
zarara sokan.
mübaşeret-i hususiye:
husu-
sî temaslar, özel girişimler.
mücahede:
savaşma, müca-
dele.
müsabaka:
yarış, karşılaşma.
nakıs:
noksan, eksik.
netaic-i mühimme:
önemli,
mühim neticeler.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
sıddıkîn-ı evliya:
sıddık olan
evliya topluluğu, Allah dostla-
rı arasında sadakatte en ileri
olanları.
sırr-ı teklif:
insanların dünya-
ya gelip Allah tarafından vazi-
felendirilmelerinin sırrı.
sual:
soru.
sû-i istimalât:
kötüye kullan-
malar.
şer:
kötülük.
şeyatin:
şeytanlar.
tebeddül:
değişme.
tecrübe:
deneyim, sınama.
tedenniyat:
gerilemeler.
tefrik:
birbirinden ayırma.
temyiz:
ayırma, seçme.
terakkiyat:
terakkiler, yük-
selmeler.
vücut:
var olma.