esarette iken niyet ettim ve niyaz ettim ki, ahir ömrüm-
de bir mağaraya çekileyim. erhamürrâhimîn, bana Bar-
la’yı o mağara yaptı, mağara faydasını verdi. Fakat sıkın-
tılı mağara zahmetini, zayıf vücuduma yüklemedi.
Yalnız, Barla’da iki üç adamda bir vehhamlık vardı. o
vehhamlık sebebiyle bana eziyet verildi. Hatta o dostla-
rım, güya istirahatimi düşünüyorlar. Hâlbuki o vehham-
lık sebebiyle hem kalbime, hem kur’ân’ın hizmetine za-
rar verdiler. Hem ehl-i dünya bütün menfîlere vesika ver-
diği ve canileri hapisten çıkarıp affettikleri hâlde, bana
zulüm olarak, vermediler. Benim rabb-i rahîm’im, beni
kur’ân’ın hizmetinde ziyade istihdam etmek ve sözler
namıyla, envar-ı kur’âniyeyi bana fazla yazdırmak için,
dağdağasız bir surette beni şu gurbette bırakıp, bir büyük
merhamete çevirdi.
Hem, ehl-i dünya, dünyalarına karışabilecek bütün nü-
fuzlu ve kuvvetli rüesaları ve şeyhleri, kasabalarda ve şe-
hirlerde bırakıp akrabalarıyla beraber herkesle görüşme-
ye izin verdikleri hâlde, beni zulmen tecrit etti, bir köye
gönderdi. Hiç akraba ve hemşehrilerimi, bir iki tanesi
müstesna olmak üzere, yanıma gelmeye izin vermedi.
Benim Hâlık-ı rahîm’im, o tecridi benim hakkımda bir
azîm rahmete çevirdi. zihnimi safî bırakıp, gıllugıştan
azade olarak, kur’ân-ı Hakîm’in feyzini olduğu gibi al-
maya vesile etti.
Hem, ehl-i dünya, bidayette, iki sene zarfında iki adî
mektup yazdığımı çok gördü. Hatta şimdi bile on veya
adî:
basit, değersiz.
ahir ömür:
ömrün, hayatın son
dönemleri.
azade:
hür, özgür.
azîm:
büyük.
bidayet:
başlangıç.
cani:
cinayet işlemiş.
dağdağa:
gürültü, telâş.
ehl-i dünya:
dünyaya dalıp, ahi-
reti düşünmeyen.
envar-ı kur’âniye:
Kur’ân nurları.
erhamürrâhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi.
esaret:
savaş esirliği.
eziyet:
sıkıntı.
feyiz:
ilham, ilim , irfan.
gıllugış:
aklın değişik fikirler üze-
rindeki kararsızlığı.
gurbet:
yabancı memleket.
güya:
sözde.
o
n
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
| 78 | Mektubat
Hâlık-ı Rahîm:
sonsuz mer-
hamet ve şefkat sahibi yara-
tıcı, Allah.
istihdam etmek:
hizmet et-
tirmek.
istirahat:
rahatlama, huzur.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
menfi:
sürgün edilmiş.
merhamet:
şefkat göster-
mek, korumak.
müstesna:
hariç.
nam:
isim.
niyaz:
yakarma, dua.
niyet:
kalbin bir şeye karar
vermesi.
nüfuzlu:
etkili, sözü geçerli.
ömür:
yaşam, hayat.
Rabb-i Rahîm:
şefkat ve
merhamet sahibi olan Cenab-
ı Hak.
rahmet:
esirgeme, şefkat
gösterme, acıma.
rüesa:
reisler, liderler.
safî:
temiz, saf.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şeyh:
bir tekke veya zaviye-
de ders veren ve müritleri
olan kimse.
tecrit etmek:
yalnız başına
bırakmak.
vehham:
çok şüphe ve ves-
vese eden.
vehhamlık:
çok şüphe ve ku-
runtu etme.
vesika:
belge, hükümet tara-
fından verilen izin kâğıdı.
vesile:
vasıta, sebep.
zarfında:
süresinde, içinde.
zihin:
anlama, bilme, kavram
gücü.
ziyade:
çok, fazla.
zulmen:
zulümle, haksızlıkla.
zulüm:
haksızlık, eziyet.