hey’eti ne olduğunu bilsek, onun akrebiyeti bize inkişaf
eder ve yakınımızda onu tanıyıp münâsebettar oluruz.
eğer biz bu’diyetimiz nokta-i nazarından ona yakınlaş-
mak ve tanımak istesek, pek çok seyr-i fikrîye ve sülûk-i
aklîye mecbur oluruz ki, kavanin-i fenniye ile fikren se-
mavata çıkıp semadaki güneşi tasavvur ederek, sonra
mahiyetindeki ziya ve harareti ve ziyasındaki elvan-ı
seb’ayı uzun uzadıya tetkikat-ı fenniye ile anladıktan son-
ra, birinci adamın kendi âyinesinde az bir tefekkürle el-
de ettiği kurbiyet-i maneviyeyi ancak elde edebiliriz.
İşte şu temsil gibi, nübüvvet ve veraset-i nübüvvetteki
velâyet, sırr-ı akrebiyetin inkişafına bakar. Velâyet-i saire
ise, ekserî kurbiyet esası üzerine gider. Birçok meratipte
seyrüsülûka mecbur olur.
İkinc i Makam
: o hâdisata sebebiyet veren ve fesa-
dı çeviren birkaç Yahudiden ibaret değildir ki, onları keş-
fetmekle fesadın önü alınsın. Çünkü, pek çok muhtelif
milletlerin İslâmiyet’e girmeleriyle, birbirine zıt ve muha-
lif çok cereyanlar ve efkâr karıştı. Bahusus, bazıların
gurur-i millîleri Hazret-i ömer’in (
rA
) darbeleriyle deh-
şetli yaralandığından, seciyeten intikama fırsat beklerler-
di. Çünkü, onların hem eski dini iptal edilmiş, hem me-
dar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrip edil-
miş. İntikamını bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslâ-
miyeden almaya hissen taraftar bir suret almış. onun
için, “Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar, o
hâlet-i içtimaiyeden istifade ettiler” denilmiş. demek o
hâdisatın önünü almak, o vakitteki hayat-ı içtimaiyeyi ve
akrebiyet:
daha yakın oluş.
âyine:
ayna.
bahusus:
özellikle.
bu’diyet:
uzaklık.
cereyan:
akım, hareket.
dessas:
hileci, aldatıcı.
efkâr:
fikirler.
ekserî:
çoğunlukla, çoğu zaman.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
fesat:
karışıklık, bozgunculuk.
fikren:
fikir ile düşünerek.
gurur-i millî:
millî gurur.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hâkimiyet-i İslâmiye:
İslâmiye-
tin hâkimiyeti, egemenliği.
hâlet-i içtimaiye:
sosyal durum;
toplumsal hâller, yapı.
hararet:
sıcaklık.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hey’et:
şekil, suret, yapı.
hissen:
his itibarıyla, duyguca.
hükûmet:
yönetim.
ibaret:
oluşmuş, meydana gel-
miş.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma.
istifade etme:
faydalanma, ya-
rarlanma.
kavanin-i fenniye:
fen ilimleri ile
ilgili kanunlar.
keşfetmek:
ortaya çıkarmak,
bulmak.
kurbiyet:
yakınlık.
kurbiyet-i maneviye:
manevî
yakınlık.
mahiyet:
nitelik, yapı, esas.
mecbur:
bir işi yapmak zorunda
kalmış.
medar-ı şeref:
şeref kaynağı, ve-
silesi.
o
n
B
eşinci
m
ekTup
| 86 | Mektubat
meratip:
mertebeler, aşama-
lar, dereceler.
muhalif:
aykırı, uymayan.
muhtelif:
çeşitli.
münafık:
kâfirliğini gizleye-
rek Müslüman gibi davranan,
iki yüzlü.
münasebettar:
ilgili, alâkalı;
yakın.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik.
saltanat:
sultanlık, devlet.
sebebiyet verme:
sebep ol-
ma.
seciyeten:
huy ve karakter
itibarıyla, huy ve karakter ba-
kımından.
sema:
gökyüzü.
semavat:
gökler.
seyr-i fikrî:
fikir gezintisi, dü-
şünme, tefekkür etme.
seyrüsülûk:
bir terbiye yolu-
na girip devam etme.
sırr-ı akrebiyet:
daha yakın
olma sırrı.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
sülûk-i aklîye:
aklın bir yol
tutması.
tahrip edilme:
harap edilme,
yıkılma.
tasavvur etme:
zihinde şekil-
lendirme, düşünme.
tefekkür:
düşünme.
temsil:
benzetme, örnek.
tetkikat-ı fenniye:
fennî, bi-
limsel inceleme ve araştırma-
lar.
velâyet:
velîlik, Allah dostlu-
ğu.
velâyet-i saire:
diğer velîlik
usulleri, şekilleri, çeşitleri.
veraset-i nübüvvet:
pey-
gamber vârisliği.
ziya:
ışık.