ilân eder. Bir sineğe mağlûp olan ve bir sineğin kanadı-
nı bile icat edemeyen âciz bir insanın ulûhiyet dava et-
mesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu ma-
lûmdur.
İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründü-
ğü bir zamanda, Hazret-i İsa Aleyhisselâmın şahsiyet-i
maneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur
edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semasından nüzul ede-
cek, hâl-i hazır Hristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi
edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-ı İslâ-
miye ile birleşecek, manen Hristiyanlık bir nevi İslâmi-
yet’e inkılâp edecektir. Ve kur’ân’a iktida ederek, o İse-
vîlik şahs-ı manevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında
kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet
bulacaktır.
dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan
İsevîlik ve İslâmiyet, ittihat neticesinde dinsizlik cereyanı-
na galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i sema-
vatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm,
o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i
sadık, bir kadîr-i külli Şey’in vaadine istinat ederek ha-
ber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem ka-
dîr-i külli Şey vaat etmiş;
(1)
elbette yapacaktır.
evet, her vakit semavattan melâikeleri yere gönderen
ve bazı vakitte insan suretine vazeden (Hazret-i Cibril’in
dıhye suretine girmesi
(2)
gibi) ve ruhanîleri âlem-i er-
vahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hatta
Mektubat | 95 |
o
n
B
eşinci
m
ekTup
ahmakça:
akılsızca.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
âlem-i semavat:
gökler âle-
mi.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azîm:
büyük.
beşer:
insan.
cereyan:
akım, hareket.
cism-i beşerî:
beşeri ceset,
insanî beden.
dava:
iddia.
din-i hak:
hak din.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
galebe etme:
galip gelme,
üstünlük sağlama.
hakaik-ı İslâmiye:
İslâmiye-
tin gerçekleri, İslâma ait haki-
katler.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâl-i hazır:
şimdiki durum.
Hristiyanlık:
Hz. İsa’nın tebliğ
ettiği dinin adı, İsevîlik.
hurafat:
hurafeler, aslı esası
olmayan, saçma inanışlar.
husus:
konu.
ibaret olan:
meydana gelen,
oluşan.
ifade buyurma:
anlatma.
1.
Bu husustaki İlâhî vaat, Nisâ Suresinin 156-159. ayetlerinde ifade buyurulur.
2.
Buharî, Menakıb: 25; Müslim, Fezailü's-Sahabe: 100; Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid, 9:276.
iktida etme:
tâbi olma, uyma.
iltihak:
katılma.
inkılâp etme:
değişim, dönüşüm.
İsevîlik:
Hz. İsa’nın dini; Hristiyan-
lık.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istinat etme:
dayanma.
ittihat:
birlik oluşturma, birleştir-
me.
kadîr-i külli Şey:
her şeye gücü
yeten sonsuz kudret sahibi Allah.
mağlûp:
yenilmiş.
makam:
mevki, yer.
malûm:
bilinen.
manen:
manaca.
melâike:
melekler.
metbû:
kendisine tâbi olunan,
uyulan.
Muhbir-i Sadık:
doğru sözlü ha-
berci, Peygamber Efendimiz.
netice:
sonuç.
nev:
çeşit, tür.
nüzul etme:
inme.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulmayan varlık-
lar.
sema:
gökyüzü.
semavat:
gökler.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
şahs-ı İsa:
Hz. İsa’nın (
AS
) şahsı,
kendisi.
şahs-ı manevî:
bir topluluğu
temsil ettiği varsayılan manevî
kişilik.
şahsiyet-i maneviye:
manevî
şahsiyet, belirli bir kişi olmayıp
bir topluluktan meydana gelen
manevî kişi, şahıs.
tâbi:
uyan, itaat eden.
tahrifat:
bir şeyin aslını bozma-
lar, değiştirmeler.
tasaffi etme:
saflaşma.
temessül:
bir şekil ve surete gir-
me, görünme.
vaat:
söz verme.
vakit:
zaman.
vazetme:
koyma.
zuhur etme:
meydana çıkma.