beŞİNCİ SuaLİNİZİN MeaLİ:
Kıyametinhâdisatındanervah-ıbâkiyemüteessirola-
caklarmı?
elcevap:
derecatlarına göre müteessir olacaklar. Me-
lâikelerin tecelliyat-ı kahriyede kendilerine göre mütees-
sir oldukları gibi müteessir olurlar. nasıl ki bir insan, sı-
cak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde titreyenleri
görse, akıl ve vicdan itibarıyla müteessir olur. öyle de,
zîşuur olan ervah-ı bâkiye, kâinatla alâkadar oldukları
için, kâinatın hâdisat-ı azîmesinden derecelerine göre
müteessir olmalarını; ehl-i azap ise elemkârâne, ehl-i sa-
adet ise hayretkârâne, istiğrapkârâne, belki bir cihette is-
tibşarkârâne teessüratları bulunmasını, işarat-ı kur’âniye
gösteriyor. zira kur’ân-ı Hakîm, her zaman kıyametin
acaibini tehdit suretinde zikrediyor, “göreceksiniz” di-
yor. Hâlbuki, cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete ye-
tişenlerdir. demek kabirde cesetleri çürüyen ervahların
da o tehdid-i kur’âniyeden hisseleri var.
aLtINCI SuaLİNİZİN MeaLİ:
(1)
o
¬n
¡r
Ln
hs
’p
G l
?p
dÉn
g m
A?rn
T t
?o
c
Buayetinahirete,cennete,
cehennemeveehillerineşümulüvarmı,yokmu?
elcevap:
Şu mesele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i ke-
şif ve ehl-i velâyetin medar-ı bahsi olmuş; şu meselede
söz onlarındır. Hem de şu ayetin çok genişliği ve çok
meratibi var.
acaip:
şaşılacak şeyler.
ahiret:
kıyametten sonra kurula-
cak olan âlem, öteki dünya.
alâkadar:
ilgili, münasebetli.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ceset:
ölü vücut, beden.
cihet:
yön.
cism-i insanî:
insan bedeni.
derecat:
dereceler.
ehil:
bir yerde oturan, lâyık olan.
ehl-i azap:
azap ve ceza görecek-
ler.
ehl-i keşif:
bazı sırları Cenab-ı
Hakkın lütuf ve ihsanı ile bilen
velîler.
ehl-i saadet:
mutluluğa erenler.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıran ve
delilleriyle bilenler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar, Allah’ın
dostluğunu kazananlar.
elemkârâne:
acılı bir şekilde,
üzüntü duyarak.
ervah:
ruhlar.
ervah-ı bâkiye:
ebedî, ölümsüz
ruhlar.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hâdisat-ı azîme:
büyük hâdise-
ler.
hariç:
dışarı, dış.
hayretkârâne:
hayret ederek.
helâk olma:
yıkılma, mahvolma,
yok olma.
hisse:
pay.
istibşarkârâne:
müjdelercesine,
sevinerek.
istiğrapkârâne:
şaşkınlık içinde.
işarat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
kabir:
mezar.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kıyamet:
dünyanın, kâinatın ölü-
mü, sonu; varlık âleminin bozu-
lup dağılması.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
meal:
mana, anlam.
medar-ı bahis:
söz konusu.
melâike:
melekler.
meratip:
mertebeler, derece-
ler.
mesele:
ehemmiyetli iş, ko-
nu, sorulup cevabı istenen
şey.
müstesna:
hariç.
müteessir olma:
etkilenme,
tesir altında kalma.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil.
şümul:
içine alma, kaplama.
tecelliyat-ı kahriye:
Cenab-ı
Hakkın emir ve yasaklarına
karşı gelenleri cezalandırmak
maksadıyla ilgili Kahhar is-
miyle olan kahredici tecellile-
ri, görüntüleri.
teessürat:
teessürler, etkilen-
meler.
tehdid-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
tehdidi, korkutması.
tehdit:
hiddet etme, korkut-
ma.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zikretmek:
söylemek, an-
mak, hatırlatmak.
zîşuur:
şuur sahibi, şuurlu.
o
n
B
eşinci
m
ekTup
| 98 | Mektubat
1.
Her şey helâk olup gidicidir—Ona bakan yüzü müstesna. (Kasas Suresi: 88.)