Bahr-i Muhitte, diğer ayağı on günlük mesafedeki port
Arthur kal’asında tasvir edilmiş; o küçük japon kuman-
danının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi
gösterilmiş.
Amma deccalin yalancı cenneti ise, medeniyetin cazi-
bedar lehviyatı ve fanteziyeleridir. Merkebi ise, şimendi-
fer gibi bir vasıtadır ki, bir başında ateş ocağı bulunur;
kendine tâbi olmayanları bazen ateşe atar. o merkebin
bir kulağı, yani diğer başı cennet gibi tefriş edilmiş; tâbi
olanları oraya oturtur. zaten sefih ve gaddar medeniye-
tin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahat ve
dünya için yalancı bir cennet getirir. Bîçare ehl-i diyanet
ve ehl-i İslâm için, medeniyet elinde cehennem zebanîsi
gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.
İşte, İsevîliğin din-i hakikîsi zuhur ile ve İslâmiyet’e in-
kılâp etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya
nurunu neşreder. Fakat, yine kıyamet kopmasına yakın
tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir, galebe eder ve
(1)
p
ôn
ã`r
c
n
Ór
`p
d o
ºr
µ o
ër
dn
G
kaidesince, yeryüzünde Allah Allah
diyecek kalmayacak;
(2)
yani ehemmiyetli bir cemaat kü-
re-i arzda mühim bir mevkie sahip olacak bir surette Al-
lah Allah denilmeyecek demektir. Yoksa, ekalliyette ka-
lan veyahut mağlûp düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâ-
kî kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin
dehşetlerini görmemek için, bir eser-i rahmet olarak,
ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâ-
firlerin başına kopacaktır.
(3)
Mektubat | 97 |
o
n
B
eşinci
m
ekTup
düşkün olanlar.
ekalliyet:
azınlık.
ekseriyet:
çoğunluk.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak, ke-
sin çoğunluk.
esaret:
esirlik, kölelik.
eser-i rahmet:
rahmet eseri.
evvel:
önce.
fanteziye:
bol gösteriş, debdebe,
aşırı süs ve lüks.
gaddar:
zulmeden, acımasız, za-
lim.
galebe:
galip gelme, yenme, üs-
tün gelme.
hüküm:
karar, emir.
inkılâp etme:
dönüşme, değiş-
me.
İsevîlik:
Hz. İsa’nın dini; Hristiyan-
lık.
kabzetmek:
almak, teslim al-
mak.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kaide:
düstur, prensip.
kal’a:
kale.
kıyamet:
dünyanın, kâinatın ölü-
mü, sonu; varlık âleminin bozu-
lup dağılması.
kumandan:
komutan.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lehviyat:
dinen yasak olan oyun
ve eğlenceler.
mağlûp düşme:
yenilme.
medeniyet:
medenîlik, uygarlık.
merkep:
binek.
mesafe:
uzaklık.
mevki:
yer, makam.
mühim:
önemli.
neşretmek:
yaymak.
nur:
ışık, aydınlık.
sefalet:
sefillik, düşkünlük, peri-
şanlık.
sefih:
süse, gösterişe, yasak zevk
ve eğlenceye aşırı düşkün olan.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
şahs-ı manevî:
belli bir kişi olma-
yıp bir topluluktan meydana ge-
len manevî şahıs.
şimendifer:
tren.
tâbi:
uyan, itaat eden.
tasvir:
resmini yapma.
tefriş etme:
döşeme, düzenleme.
vasıta:
araç, taşıt.
zebani:
cehennemde vazifeli
azap melekleri.
zuhur:
meydana çıkma, görün-
me.
âlem:
dünya.
bahr-i Muhit:
Büyük Okya-
nus.
bâkî:
ebedî, kalıcı ve devamlı.
bîçare:
çaresiz.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cemaat:
topluluk.
cereyan:
akım, hareket.
çendan:
gerçi.
deccal:
kıyamet zamanına
yakın meydana çıkarak fitne
ve fesada sebep olacağı, İslâ-
mî şeairi tahrip edeceği ha-
dislerde belirtilmiş yalancı ve
zararlı şahıs.
din-i hakikî:
gerçek ve doğru
din.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i diyanet:
dindar insanlar.
ehl-i hak:
hak ehli, doğru yol-
da olanlar.
ehl-i iman:
inananlar, Allah’a
ve iman esaslarına inanan
kimseler.
ehl-i İslâm:
Müslümanlar.
ehl-i sefahat:
sefihler, zevk,
eğlence ve yasak şeylere
1.
Hüküm ekseriyete göre verilir.
2.
Müslim, İman: 234; Tirmizî, Fiten: 35; Müsned, 3:107.
3.
İbni Hacer, Mütâlibü'l-Aliye, 4:353; Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid, 8:9.