ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin iç-
tihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de, yine aza-
ba müstahak değiller. Çünkü, içtihat eden, hakkı bulsa
iki sevap var; bulmazsa, bir nevi ibadet olan içtihat seva-
bı olarak bir sevap alır, hatasından mazurdur. Bizde ga-
yet meşhur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik, kürtçe de-
miş ki:
(1)
r?«
/
à`nb rºngnh o?pJÉnb ¬næ«
p
às`ænL GnQ rƒnd @ r?«
/
bnh o?Énb ¬nµ ne r¿ÉnHÉnën°U pqönT…
pR
Yani, “
Sahabelerinmuharebesindekıylükàletme.Çün-
kü,hemkàtilvehemmaktül,ikisideehl-icennettirler.
”
Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki:
Én
ªs
`fn
Én
µ
n
a ¢p
Vr
Qn
’r
G?p
a m
OÉ°n
ùn
a r
hn
G ¢m
ùr
Øn
f p
ôr
«`n
¨p
H Ék
°ùr
Øn
f n
?n
`à`n
b r
øn
e
(2)
Ék
©«/
ªn
L¢n
SÉ s
ædG n
?n
àn
b
Ayetin mana-i işarîsiyle, bir masumun hakkı, bütün
halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâ-
meti için feda edilmez. Cenab-ı Hakkın nazar-ı merha-
metinde, hak haktır; küçüğüne büyüğüne bakılmaz. kü-
çük, büyük için iptal edilmez.
Bircemaatinselâmetiiçin,
birferdin,rızasıbulunmadan,hayatıvehakkıfedaedil-
mez.
Hamiyet namına, rızasıyla olsa, o başka meseledir.
Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için, cüz’ü feda
eder; cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. “ehveni-
şer” diye, bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fa-
kat, adalet-i mahza kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gi-
dilmez; gidilse, zulümdür.
Mektubat | 89 |
o
n
B
eşinci
m
ekTup
fesat:
bozgunculuk, karışıklık, fit-
ne.
gayet:
son derece, çok.
hamiyet:
din, millet vatan gibi
mukaddes değerler ile aile ve ya-
kınlarını koruma gayreti ve duy-
gusu.
hüccet:
delil.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk vazi-
fesini yapma.
içtihat:
dinen kesin olarak belir-
tilmeyen bir konuda âlimlerin
Kur’ân ve hadisten hüküm çıkar-
maları.
izah:
açıklama.
kabil-i tatbik:
uygulanabilir.
kàtil:
öldüren.
kıylükàl:
dedikodu.
küll:
umum, bütün, genel.
maktül:
öldürülen.
mana-i işarî:
işaret edilen mana.
masum:
günahı olmayan, suçsuz.
mazur:
özürlü, mazeretli.
mesele:
ehemmiyetli iş, konu.
meşhur:
tanınmış.
muharebe:
savaş, harp.
mukabil:
karşılık.
musîb:
isabet eden, isabetli.
müstahak:
hak etmiş.
nam:
ad.
nazar:
dikkat.
nazar-ı merhamet:
merhamet
katında, merhamet noktası, mer-
hamet bakımı.
nevi:
çeşit, tür.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü
görmekle şereflenen ve onun
sohbetlerine katılan mü’min kim-
se.
selâmet:
kurtulma, selâmete çık-
ma; güvenlik.
sevap:
hayırlı bir işe karşılık Allah
tarafından verilen mükâfat, karşı-
lık.
umum:
herkes, bütün.
zat-ı muhakkik:
hakikatleri ger-
çekleri araştıran ve delilleriyle bi-
len zat, kişi.
zulüm:
haksızlık, eziyet.
adalet-i izafiye:
izafî adalet,
toplumun selâmeti için ferdin
cüz’î hukukun feda edilmesini
öngörebilen adalet anlayışı.
adalet-i mahza:
tam adalet,
toplumun selâmeti için ferdin
cüz’î hukukunun feda edile-
meyeceğini esas alan adalet
anlayışı.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
azap:
ceza, işkence.
cemaat:
topluluk.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta ken-
disi olan şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
cüz’:
fert, bütünün parçası.
ehl-i cennet:
cennet ehli,
cennetlik.
ehl-i sevap:
Allah tarafından
mükâfata lâyık görülenler.
ehvenişer:
iki şerden daha az
zararlı olan.
feda edilme:
uğruna verilme.
feda etme:
uğruna verme.
feda:
uğruna verme.
fert:
şahıs, kişi.
1.
Nehcü’l-Enâm, Molla Halil Siirdî, s. 18.
2.
Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insan-
ları öldürmüş gibidir. (Mâide Suresi: 32.)