beşeriyetten bir derece tecerrüt ettiklerinden, hilâf-ı âdet
hâlâta mazhar olurlar.
sahabeler ise, sohbet-i nübüvvetin in’ikâsıyla ve inci-
zabıyla ve iksiriyle, tarikatteki seyrüsülûk daire-i azîminin
tayyına mecbur değildirler; bir kademde ve bir sohbette
zahirden hakikate geçebilirler.
Meselâ, nasıl ki dün geceki leyle-i kadre ulaşmak için
iki yol var:
Biri
, bir sene gezip dolaşıp tâ o geceye gelmektir. Bu
kurbiyeti kazanmak için, bir sene mesafeyi tayyetmek lâ-
zım gelir. Şu ise, ehl-i sülûkun mesleğidir ki, ehl-i tarika-
tin çoğu bununla gider.
İkincisi
, zamanla mukayyet olan cism-i maddî gılafın-
dan sıyrılıp tecerrütle ruhen yükselip, dün geceki leyle-i
kadri öbür gün leyle-i ıyd ile beraber bugünkü gibi hazır
görmektir. Çünkü, ruh zamanla mukayyet değil. Hissi-
yat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman
genişlenir; başkalarına nispeten mazi ve müstakbel olan
vakitler, ona nispeten hazır hükmündedir.
İşte bu temsile göre, dün geceki leyle-i kadre geçmek
için, mertebe-i ruha çıkıp maziyi hazır derecesinde gör-
mektir. Şu sırr-ı gamızın esası akrebiyet-i İlâhiyenin inki-
şafıdır. Meselâ, güneş bize yakındır; çünkü ziyası, hara-
reti ve misali âyinemizde ve elimizdedir. Fakat biz ondan
uzağız. eğer biz nuraniyet noktasında onun akrebiyetini
hissetsek, âyinemizdeki misali olan timsaline münasebe-
timizi anlasak, o vasıta ile onu tanısak, ziyası, harareti,
Mektubat | 85 |
o
n
B
eşinci
m
ekTup
ki.
müstakbel:
gelecek zaman.
nispeten:
kıyasla, oranla; göre.
nuraniyet:
nurluluk, parlaklık,
nur özelliği.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü
görmekle şereflenen ve onun
sohbetlerine katılan mü’min kim-
se.
seyrüsülûk:
bir terbiye yoluna
girip devam etme.
sırr-ı gamız:
anlaşılması güç ve
zor olan sır, mesele.
sohbet-i nübüvvet:
Peygamber
Efendimizin mübarek sohbeti.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin yönetiminde müridin takip
edeceği terbiye ve usul yolu.
tayyetmek:
aşmak, atlamak,
geçmek.
tecerrüt:
soyutlanma, sıyrılma.
temsil:
benzetme, örnek.
timsal:
görüntü, suret.
vasıta:
aracı, araç.
zahir:
görünen, dış görünüş.
ziya:
ışık.
akrebiyet:
daha yakın oluş,
yakınlık.
akrebiyet-i İlâhiye:
Allah’ın
kula olan yakınlığı.
âyine:
ayna.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
cism-i maddî:
maddî beden.
daire-i azîm:
büyük ve geniş
daire.
ehl-i sülûk:
manevî terbiye
ve terakki yoluna girenler.
ehl-i tarikat:
tarikate men-
sup olanlar.
esas:
asıl, temel.
gılaf:
kılıf.
hakikat:
gerçek, asıl.
hâlât:
hâller, durumlar.
hararet:
sıcaklık, ısı.
hilâf-ı âdet:
âdete aykırı, ku-
ral dışı.
hissiyat-ı insaniye:
insana ait
duygular, hisler.
hükmünde:
gibi, değerinde.
iksir:
etkili ve tesirli ilâç.
incizap:
cezp edilme, çekim,
çekicilik.
in’ikâs:
yansıma, tesir.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma.
kadem:
adım.
kurbiyet:
yakınlık.
lâzım:
gerekli.
leyle-i ıyd:
bayram gecesi.
Leyle-i kadir:
Kadir Gecesi.
mazhar olma:
nail olma, eriş-
me.
mazi:
geçmiş zaman.
mecbur:
zorunlu, bir işi yap-
mak zorunda bırakılmış.
mertebe-i ruh:
ruh mertebe-
si.
mesafe:
uzaklık, ara.
meselâ:
örnek olarak.
misal:
benzer, görüntü.
mukayyet:
kayıtlı, sınırlı.
münasebet:
ilgi, yakınlık, iliş-