nev’inden bir şeyleri var. demek onlara müracaat mana-
sızdır. eğer onların elinde bir hak veya kuvvetli bir esbap
bulunsaydı, o vakit onlara karşı da müracaat olunurdu.
Başlarını yesin, dünyalarını tamamen bıraktığım ve
ayaklarına dolaşsın, siyasetlerini büsbütün terk ettiğim
hâlde, düşündükleri bahaneler, evhamlar, elbette asılsız
olduğundan, onlara müracaatla o evhamlara bir hakikat
vermek istemiyorum. eğer uçları ecnebi elinde olan dün-
ya siyasetine karışmak için bir iştiham olsaydı, değil se-
kiz sene, belki sekiz saat kalmayacak, tereşşuh edecekti,
kendini gösterecekti. Hâlbuki, sekiz senedir bir tek gaze-
te okumak arzum olmadı ve okumadım. dört senedir bu-
rada taht-ı nezarette bulunuyorum; hiçbir tereşşuh gö-
rünmedi. demek kur’ân-ı Hakîm’in hizmetinin bütün si-
yasetlerin fevkinde bir ulviyeti var ki, çoğu yalancılıktan
ibaret olan dünya siyasetine tenezzüle meydan vermiyor.
Adem-i müracaatımın ikinci sebebi şudur ki: Haksızlı-
ğı hak zanneden adamlara karşı hak dava etmek, hak-
ka bir nevi haksızlıktır. Bu nevi haksızlığı irtikâp etmek
istemem.
ÜÇÜNCÜ SuaLİNİZ:
dünyanın siyasetine karşı ne
için bu kadar lâkaytsın? Bu kadar safahat-ı âleme karşı
tavrını hiç bozmuyorsun. Bu safahatı hoş mu görüyor-
sun? Veyahut korkuyor musun ki, sükût ediyorsun?
elcevap:
kur’ân-ı Hakîm’in hizmeti beni şiddetli bir
surette siyaset âleminden menetti; hatta düşünmesini de
adem-i müracaat:
müracaat et-
meme, başvurmama.
âlem:
dünya.
o
n
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
| 80 | Mektubat
arzu:
istek, heves.
bahane:
uydurma sebep.
dava:
iddia.
ecnebi:
yabancı.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
evham:
vehimler, kuruntular,
şüpheler; yanlış ve esassız
düşünceler.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
hak:
doğruluk, gerçek; adalet.
hakikat:
gerçek, asıl.
haksızlık:
adaletsizlik, yanlış-
lık.
ibaret olan:
meydana gelen,
oluşan.
irtikâp etmek:
kötü ve fena
bir iş yapmak.
iştiha:
fazla istek, arzu.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz, ilgi
göstermeyen.
mana:
anlam.
men etme:
mâni olma, en-
gelleme.
müracaat:
başvurma.
nev:
çeşit, tür.
safahat:
safhalar, görünüşler,
gelişmeler.
safahat-ı âlem:
dünya olay-
ları, dünyadaki gelişmeler.
siyaset:
politika, yönetim.
sual:
soru.
suret:
şekil, biçim, tarz.
sükût etmek:
susmak.
taht-ı nezaret:
gözetim altın-
da, gözaltı.
tavır:
olaylar ve insanlar kar-
şısında takınılan hâl, tutum.
tenezzül:
inme, alçalma.
tereşşuh:
sızma., sızıntı.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik.
zan:
sanma.