Elcevap:
Hikmeti, tavziftir. öyle bir vazife ile memur
edilerek gönderilmiştir ki, bütün terakkiyat-ı maneviye-i
beşeriyenin ve bütün istidadat-ı beşeriyenin inkişaf ve in-
bisatları ve mahiyet-i insaniyenin bütün esma-i İlâhiyeye
bir âyine-i camia olması, o vazifenin netaicindendir.
eğer Hazret-i Âdem cennette kalsaydı, melek gibi maka-
mı sabit kalırdı; istidadat-ı beşeriye inkişaf etmezdi. Hâl-
buki, yeknesak makam sahibi olan melâikeler çoktur; o
tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok. Belki hikmet-i İlâ-
hiye, nihayetsiz makamatı kat’ edecek olan insanın isti-
dadına muvafık bir dâr-ı teklifi iktiza ettiği için, melâike-
lerin aksine olarak, mukteza-i fıtratları olan malûm gü-
nahla cennetten ihraç edildi.
demek Hazret-i Âdem’in cennetten ihracı, ayn-ı hik-
met ve mahz-ı rahmet olduğu gibi, küffarın da cehen-
neme idhalleri haktır ve adalettir. onuncu sözün üçün-
cü İşaretinde denildiği gibi, çendan kâfir az bir ömürde
bir günah işlemiş; fakat o günah içinde nihayetsiz bir ci-
nayet var. Çünkü, küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymet-
lerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdaniyete şa-
hadetlerini tekziptir ve mevcudat âyinelerinde cilveleri
görünen esma-i İlâhiyeyi tezyiftir. onun için, mevcuda-
tın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın sultanı
olan kahhar-ı zülcelâl’in, kâfirleri ebedî cehenneme at-
ması ayn-ı hak ve adalettir. Çünkü, nihayetsiz cinayet,
nihayetsiz azabı ister.
aksi:
tersi, zıddı.
âyine:
ayna.
âyine-i camia:
kapsayıcı ayna.
ayn-ı hak ve adalet:
hak ve ada-
letin ta kendisi.
ayn-ı hikmet:
hikmetin ta kendi-
si.
azap:
ceza, işkence.
cilve:
tecelli, belirme, yansıma.
cinayet:
katl veya o derecede
ağır suç.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dâr-ı teklif:
Allah’ın emir ve ya-
saklarından sorumlu olunan yer,
dünya.
ebedî:
sonsuz, zevalsiz.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış.
hâlbuki:
oysa ki.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi.
?????????
hikmet-i İlâhiye:
Allah’ın hikme-
ti, gayesi.
idhal:
sokma, girme.
ihraç:
dışarı çıkarma, çıkarılma.
iktiza:
gerekme.
inbisat:
yayılma, genişleme.
inkişaf:
açılma, gelişme; meyda-
na çıkma.
istidadat-ı beşeriye:
insanî kabi-
liyetler, yetenekler.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
işaret:
işaretinde; belirtilen konu-
da.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kahhar-ı Zülcelâl:
kayıtsız şartsız
galip ve her an kahretmeye gücü
yeten büyüklük sahibi Allah.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kat’:
yol alma.
o
n
i
kinci
m
ekTup
| 70 | Mektubat
küffar:
kâfirler, dinsizler.
küfür:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr etme.
mahiyet-i insaniye:
insanın
esası, iç yüzü, yapısı.
mahz-ı rahmet:
rahmetin ta
kendisi.
makam:
mevki, derece.
makamat:
makamlar, basa-
maklar.
malûm:
bilinen.
masnuat:
sanatla yapılmış
şeyler.
melâike:
melekler.
melek:
Allah’ın nurdan yarat-
tığı, emirlerine tam itaat eden
mahlûk.
memur:
vazifeli, görevli.
mevcudat:
var olan her şey,
mahlûklar.
mukteza-i fıtrat:
fıtratın, ya-
ratılışın gereği.
muvafık:
uygun, münasip.
netaiç:
neticeler, sonuçlar.
nihayetsiz:
sonsuz.
sabit:
değişmeyen, yerinde
duran
sultan:
hükümdar.
şahadet:
şahitlik.
tahkir:
hor görme, aşağılama.
tavzif:
vazifelendirme.
tekzip:
yalanlama.
tenzil:
indirme.
terakkiyat-ı maneviye-i be-
şeriye:
insanların manevî iler-
lemeleri.
tezyif:
alaya alma, zayıfa çı-
karma.
ubudiyet:
kulluk.
vahdaniyet:
Allah’ın bir olu-
şu.
vazife:
görev.
yeknesak:
devamlı aynı hâl-
de.