ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle
dünyaya gönderen bir Hakîm-i zülcelâl, Hazret-i İsa
Aleyhisselâmı, İsa dinine ait en mühim bir hüsnühatime-
si için, değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayat-
ta olan Hazret-i İsa, belki âlem-i ahiretin en uzak köşesi-
ne gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i
azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya gönder-
mek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil, belki onun hik-
meti öyle iktiza ettiği için vaat etmiş ve vaat ettiği için el-
bette gönderecek.
Hazret-i İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun
hakikî İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. onun mukar-
rep ve havâssı, nur-i iman ile onu tanır. Yoksa, bedahet
derecesinde herkes onu tanımayacaktır.
Sual:
rivayetlerde gelmiş ki, “deccalin bir yalancı
cenneti var; kendine tâbi olanları ona atar. Hem yalancı
bir cehennemi var; tâbi olmayanları ona atar. Hatta o
kendi merkebinin de bir kulağını cennet gibi, bir kulağı-
nı da cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi bu ka-
dardır, şu kadardır”
(1)
diye tarifat var.
Elcevap:
deccalin şahs-ı sûrîsi insan gibidir. Mağrur,
firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan, sûrî, cebba-
râne olan hâkimiyetine ulûhiyet namını vermiş bir şey-
tan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat, şahs-ı ma-
nevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi pek cesimdir. riva-
yetlerde deccale ait tavsifat-ı müthişe ona işaret eder.
Bir vakit japonya’nın Başkumandanının resmi, bir ayağı
âlem-i ahiret:
ahiret âlemi.
azamet-i bedeniye:
bedenin bü-
yüklüğü.
başkumandan:
başkomutan.
bedahet:
açıklık, aşikâr.
cebbarâne:
zorbalıkla, zor kulla-
narak.
cereyan-ı azîm:
büyük akım, bü-
yük fikir ve düşünce akımı.
ceset:
vücut, cisim.
cesed-i misal:
misalî ceset; mad-
dî yapısı olmayan vücut.
cesim:
çok büyük, iri.
deccal:
kıyamet zamanına yakın
meydana çıkarak fitne ve fesada
sebep olacağı, İslâmî şeairi tahrip
edeceği hadislerde belirtilmiş ya-
lancı ve zararlı şahıs.
ervah:
ruhlar.
evliya:
velîler, Allah dostları.
firavunlaşmak:
kendisini firavun
gibi ilâh seviyesine çıkaracak de-
recede büyük görme.
hadis:
Hz. Muhammed’e (
ASM
) ait
söz, emir, fiiller.
hakikaten:
gerçekten.
hakikî:
gerçek.
hakîm:
her şeyi bir maksatla uy-
gun yaratan, hikmet sahibi Allah.
Hakîm-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi ve her şeyi hikmetle
yaratan Allah.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hüküm-
ranlık.
havas:
bilgi ve yaşayışça üst ta-
bakada olanlar, seçkinler
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik, faydalı ve yerli yerinde
olması.
hüsnühatime:
güzel son.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme, ge-
rektirme.
insan-ı dessas:
dessas insan, hi-
lebaz ve aldatıcı insan.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mağrur:
gururlu.
meal:
mana, anlam.
merkep:
binek.
mukarrep:
yakınlaşmış kim-
seler, yakınlar.
mühim:
önemli.
netice-i azîme:
büyük netice.
nur-i iman:
imandan gelen
nur.
rivayet:
nakil, Peygamberi-
mizden nakledilen hadisler,
sözler.
sema-i dünya:
dünyamızla
bağlantılı ve yakın gökler,
gökyüzü.
sual:
soru.
sûrî:
görünüşte, şeklen.
şahs-ı manevî:
bir topluluğu
temsil ettiği varsayılan mane-
vî kişilik.
şahs-ı sûrî:
görünürdeki şa-
hıs.
şeytan-ı ahmak:
pek akılsız,
ahmak şeytan.
tâbi:
uyan, itaat eden.
tarifat:
tarifler, tanıtmalar.
tavsifat-ı müthişe:
müthiş ve
korkunç vasıflandırmalar.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allahlık, tan-
rılık.
vaat:
söz verme.
o
n
B
eşinci
m
ekTup
| 96 | Mektubat
1.
Birçok hadisin mealleri sual olarak derç edilmiş. Hadislerden bazıları: Müsned, 3:420, 4:226;
EbûDavud, Melâhim: 14; Buharî, Enbiya: 3; Müslim, Fiten: 100-105, 109; Ramuzü’l-Ehadis, s.
207; Müsnedü’l-Firdevs, 5:510,512)