Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi ko-
laydır; fakat, dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müş-
küldür. eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu.
Bulunanlardan ancak binden biri irşat ile yola gelebilirdi.
Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyor-
lar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenab-ı Hak şu
zamanda i’caz-ı kur’ân’ın manevî lemaatından olan ma-
lûm sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hasiyetini
vermiş tasavvurundayım.
(1)
?/
bÉ n
Ñ r
dG n
ƒo
g ?/
bÉ n
Ñ r
dn
G
Sa i d Nu r s î
®
bâkî:
yok olmayan, sürekli ve
kalıcı olan, bütün varlıklar
yok olurken yok olmayan ve
bütün varlıklar yok olduktan
sonra da zatıyla var olacak
tek varlık, Allah.
cehalet:
bilmezlik, cahillik.
Cenab-ı Hak:
Allah.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, inançsızlık.
fen:
tecrübî, ispatla meydana
gelmiş ilimlere bilgi, teknik,
sanata verilen genel ad.
hasiyet:
özel fayda; kuvvet
ve tesir.
i’caz-ı kur’ân:
Kur’ân’ın
mu’cizeliği.
irşat:
doğru yolu gösterme,
doğru yola yöneltme, gaflet-
ten uyandırma, Allah yolunu
gösterme.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
lemaat:
lem’alar, parıltılar.
malûm:
bilinen.
manevî:
manaya ait, manevî
yönden, manaca.
müşkül:
zor.
tasavvur:
düşünce, fikir.
tiryak:
ilâç.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
B
eşinci
m
ekTup
| 42 | Mektubat
1.
Bâkî olan yalnız Allah’tır.