bir suubet, bir müşkülât ortaya düşer. Çünkü, bir zabit
gibi veya usta gibi bir tek zat, kesretli efrada ve kesretli
taşlara bir fiille, bir hareketle ve sühuletle bir vaziyet ve-
rip bir netice hâsıl eder ki, eğer o vaziyeti alması ve o ne-
ticeyi istihsal etmesi, o ordudaki efrada ve o direksiz kub-
bedeki taşlara havale edilse, pek çok fiillerle, pek çok
müşkülâtla, pek çok karışıklıklarla ancak yapılabilir.
İşte, şu kâinattaki raks ve deveran, seyrücevelân ve te-
maşa-i tesbihfeşan ve fusûl-i erbaa ve gece gündüzdeki
seyeran gibi ef’al, eğer vahdete verilse, bir tek zat, bir
tek emirle, bir tek küreyi tahrik ile mevsimlerin değişme-
sindeki acaib-i sanatı ve gece-gündüzün deveranındaki
garaib-i hikmeti ve yıldızların ve şems ve kamerin sûrî
hareketlerinde şirin temaşa levhalarını göstermek gibi, o
âlî vaziyetleri ve galî neticeleri istihsal eder. Çünkü
umum mevcudat ordusu onundur. İstese, arz gibi bir ne-
feri umum yıldızlara kumandan tayin eder. koca güneşi
ahalisine ısıtıcı ve ışık verici bir lâmba; ve elvah-ı nukuş-i
kudret olan fusûl-i erbaayı da bir mekik; ve sahaif-i kita-
bet-i hikmet olan gece-gündüzü de bir yay yapar. Her bir
gününe, ayrı bir şekilde bir kameri göstererek, evkatın
hesabı için takvimcilik yaptırır. Ve yıldızların kendilerine,
raksa gelen ve cezbeden raks eden melâikenin ellerinde
süslü ve şirin, parlak, nazenin misbahlar suretini vermek
gibi, arza ait çok hikmetlerini gösterir. eğer bu vaziyetler
umum mevcudata hükmü ve nizamı ve kanunu ve tedbi-
ri müteveccih olan bir zattan istenilmezse, o vakit umum
acaib-i sanat:
hayrette bırakan
sanat, sanat harikaları.
ahali:
halk.
âlî:
yüce, yüksek.
arz:
yer, dünya.
cezp etme:
kendine çekme.
deveran:
dönüp dolaşma, dönüş.
ef’al:
fiiller, işler.
efrat:
fertler, kişiler; askerler.
elvah-ı nukuş-i kudret:
İlâhî
kudretin nakışlı levhaları.
evkat:
vakitler.
fiil:
iş, hareket.
fusûl-i erbaa:
dört mevsim.
galî:
değerinden çok pahalı olan.
garaib-i hikmet:
hikmet harika-
ları.
hakikî:
gerçek.
hâsıl:
ortaya çıkarma.
havale:
üstüne bırakma.
hesap:
sayısal işlem.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hüküm:
hâkimiyet, hâkim olma.
istihsal:
meydana getirme, üret-
me, ortaya çıkarma.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kamer:
ay.
kanun:
kaide, yasa.
kesretli:
çokluğu olan, pek çok.
kubbe:
yarım küre veya kümbe-
timsi şekle benzeyen sema.
kumandan:
komutan.
küre:
gök cismi.
levha:
tablo, görünüş, manzara.
mekik:
bulunduğu yerde durma-
yıp devamlı gidip gelici, dokuma
aleti.
melâike:
melekler.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey; mahlûklar.
misbah:
lâmba.
müşkülât:
zorluklar.
müteveccih:
yönelmiş.
nazenin:
ince, nazik.
nefer:
fert, rütbesiz asker.
netice:
sonuç.
nizam:
düzen verme, tanzim et-
me.
raks:
oynama, harekete geçme,
cezbeyle dönme.
sahaif-i kitabet-i hikmet:
hik-
metle dolu yazılmış sahifeler.
seyeran:
gezme.
seyrücevelân:
dolaşma ve gezin-
me yeri.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
Ü
çÜncÜ
m
ekTup
| 34 | Mektubat
sûrî:
görünüşte olan, şeklî.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
şems:
güneş.
tahrik:
harekete geçirme.
tayin etmek:
atamak.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
temaşa:
seyretme, bakış.
temaşa-i tesbihfeşan:
kusur-
suzluk ilâncısı gösteri ve lev-
halar, manzaralar.
umum:
bütün.
vahdet:
birlik.
vaziyet:
durum, hâl, şekil.
yay:
zemberek; zamanı gös-
teren saatin çalışmasını sağ-
layan metâl parça.
zabit:
subay.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi
Allah; kişi.