Amma cennet ve cehennemin vücutları ise, onuncu
ve Yirmi sekizinci ve Yirmi dokuzuncu sözlerde gayet
kat’î bir surette ispat edilmiştir. Şurada yalnız bu kadar
deriz ki: Meyvenin vücudu dal kadar ve neticenin silsile
kadar ve mahzenin mahsulât kadar ve havzın ırmak ka-
dar ve tecelligâhın, rahmet ve kahrın vücutları kadar
kat’î ve yakîndir.
DÖRDÜNCÜ SuaL:
Mahbuplara olan aşk-ı mecazî
aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği gibi, acaba ekser nâsta bulu-
nan dünyaya karşı olan aşk-ı mecazî dahi bir aşk-ı haki-
kîye inkılâp edebilir mi?
elcevap:
evet. dünyanın fânî yüzüne karşı olan aşk-ı
mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çir-
kinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâkî bir mahbup
arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esma-i İlâhiye ve
mezraa-i ahiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak
olursa, o gayrimeşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye
inkılâba yüz tutar. Fakat bir şart ile ki, kendinin zail ve
hayatıyla bağlı kararsız dünyasını, haricî dünyaya iltibas
etmemektir. eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unu-
tup, afaka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zanne-
dip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Me-
ğer ki, harika olarak bir dest-i inayet onu kurtarsın. Şu
hakikati tenvir için şu temsile bak:
Meselâ, şu güzel, ziynetli odanın dört duvarında,
dördümüze ait dört endam âyinesi bulunsa, o vakit beş
oda olur: biri hakikî ve umumî, dördü misalî ve hususî.
afak:
dünya, gözle görülen âlem.
âşık:
birine, bir şeye tutkun, çok
aşırı seven.
aşk-ı hakikî:
gerçek aşk; İlâhî
aşk; Allah aşkı.
aşk-ı mecazî:
mecazî, dünyevî
aşk; dünyaya karşı gösterilen aşı-
rı arzu, istek.
âyine-i esma-i İlâhiye:
Cenab-ı
Allah’ın isimlerinin aynası.
bâkî:
ebedî, sonsuz; yok olma-
yan, sürekli ve kalıcı.
dest-i inayet:
yardım eli.
ehl-i dalâlet ve gaflet:
azgın,
sapkın ve nefsinin arzularına
uyan kimseler.
ekser:
pek çok.
endam âyinesi:
boy aynası.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yok olma, ölümlülük.
gayet:
son derece, çok.
gayrimeşru:
helâl olmayan, dine
aykırı olan.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
haricî:
dışarıdaki.
havz:
havuz.
hususî:
özel.
iltibas etmek:
karıştırmak.
inkılâp:
bir hâlden diğer hale geç-
B
irinci
m
ekTup
| 24 | Mektubat
me değişim, dönüşme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kahır:
üstün gelerek mahvet-
me; Allah’ın şiddetli ve azap
verici vasıflarının tecellisi.
kat’î:
kesin.
mahbup:
sevgili.
mahsulât:
elde edilen ürün.
mahzen:
içinde eşya saklana-
cak yer, yer altı, bodrum, de-
po.
mecazî aşk:
geçici ve kaybo-
lup giden şeylere duyulan
aşk; nefis ve şehvet arzusuna
dayalı aşk.
meğer:
ancak, yalnız.
meselâ:
örnek olarak.
mezraa-i ahiret:
ahiretin tar-
lası.
misal:
benzer, örnek.
muvaffak:
başarılı.
nâs:
insanlar.
netice:
sonuç.
rahmet:
acıma, merhamet
etme, şefkat gösterme.
silsile:
zincir, birbirini takip
eden şeylerin meydana getir-
diği sıra.
sual:
soru.
suret:
şekil, tarz, biçim.
tabiat:
maddî âlem; kâinat,
âlem ve içindekiler.
tecelligâh:
İlâhî kudret ve
azametin göründüğü yer.
temsil:
örnek, benzetme.
tenvir:
aydınlatma.
umumî:
herkese ait, genel.
vücut:
var olma, varlık.
yakîn:
kesin şüpheden sıyrı-
larak bilme; kesin ve sağlam
bilgi.
zail:
sona eren, yok olan.
zeval:
sona erme, yok olma.
ziynet:
süs.