Beşincitabaka-ihayat:
ehl-i kuburun hayat-ı ruha-
nîleridir. evet, mevt tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, va-
zifeden terhistir; idam ve adem ve fenâ değildir. Hadsiz
vakıatla ervah-ı evliyanın temessülleri ve ehl-i keşfe teza-
hürleri ve sair ehl-i kuburun yakazaten ve menamen biz-
lerle münasebetleri ve vakıa mutabık olarak bizlere ihba-
ratları gibi çok delâil, o tabaka-i hayatı tenvir ve ispat
eder. zaten beka-i ruha dair Yirmi dokuzuncu söz bu ta-
baka-i hayatı delâil-i kat’iye ile ispat etmiştir.
İkİNCİ SuaL:
Furkan-ı Hakîm’de,
(1)
k
Ón
ªn
Y o
ø°n
ùr
Mn
G r
ºo
µ
t
`jn
G r
ºo
c
n
ƒo
?`r
Ñ`n
«p
d n
Iƒ'
«n
?r
Gn
h n
är
ƒn
Ÿr
G n
?n
?n
N …/
òs
`dn
G
gibi ayetlerde, “
Mevtdahihayatgibimahlûktur;hembir
nimettir
” diye ifhâm ediliyor. Hâlbuki, zahiren mevt in-
hilâldir, ademdir, tefessühtür, hayatın sönmesidir, hâdi-
müllezzattır. nasıl mahlûk ve nimet olabilir?
elcevap:
Birinci sualin cevabının ahirinde denildiği gi-
bi, mevt vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir
tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur, hayat-ı bâkiyeye
bir davettir, bir mebdedir, bir hayat-ı bâkiyenin mukad-
dimesidir. nasıl ki, hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve
takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve
takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünkü, en basit ta-
baka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti, hayattan
daha muntazam bir eser-i sanat olduğunu gösteriyor.
zira, meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti tefes-
sühle, çürümek ve dağılmakla göründüğü hâlde, gayet
muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir
adem:
yokluk.
ahir:
son.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beka-i ruh:
ruhun ebedîliği,
ölümsüzlüğü.
dair:
alâkalı, ilgili, ait.
davet:
çağrı.
delâil:
deliller.
delâil-i kat’iye:
kesin deliller.
ehl-i keşif:
bazı hakikatleri, Ce-
nab-ı Hakkın lütuf ve ihsanı ile bi-
len velîler.
ehl-i kubur:
kabir ehli, mezarda-
kiler.
ervah-ı evliya:
velîlerin, ermişle-
rin ruhları.
eser-i sanat:
sanat eseri.
fenâ:
son bulma, yok olma.
Furkan-ı Hakîm:
doğruyu yanlış-
tan ayıran hikmetli Kur’ân.
gayet:
son derece, çok.
hâdimüllezzat:
lezzetleri mahve-
den, yıkan.
hadsiz:
sayılamayacak kadar çok,
sınırsız.
halk:
yaratma.
hayat-ı bâkiye:
bitmeyen, son-
suz hayat, ahiret hayatı.
hayat-ı nebatiye:
bitkilerin ha-
yatı.
hayat-ı ruhanî:
ruhanî hayat,
ruhtan ibaret olan, cismanî olma-
yan hayat, ruhla ilgili hayat.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye, yüksek bilgi.
ıtlak-ı ruh:
ruhun serbest bırakıl-
ması.
idam:
yok olma.
ifhâm:
anlatma, bildirme, bir ko-
nuda bilgi verme.
ihbarat:
haber vermeler.
imtihan:
deneme, sınama.
inhilâl:
çözülme, bozulma, dağıl-
ma.
ispat etmek:
doğruyu delillerle
göstermek.
mahlûk:
Allah tarafından yaratıl-
mış, yaratık.
mebde:
başlangıç.
menamen:
uykuda olarak, uyku-
dayken.
mevt:
ölüm.
mizan:
ölçü.
muamele-i kimyeviye:
kimyasal
işlem.
mukaddime:
başlangıç.
muntazam:
intizamlı, düzgün;
düzenli.
mutabık:
uygun.
münasebet:
alâka, ilgi.
nimet:
lütuf, ihsan; iyilik, ha-
yırlı hâl, faydalı şey.
paydos:
geçici dinlenme; isti-
rahat.
sair:
diğer, başka.
sual:
soru.
tabaka-i hayat:
hayat taba-
kası, hayat seviyesi, derecesi.
tahvil-i vücut:
vücudun bir
başka hâle girmesi.
takdir:
İlâhî kader; Allah’ın
ezelî ilmiyle belirlemesi.
tebdil-i mekân:
yer değişikli-
ği.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
tefessüh:
çürüme, bozulma.
temessül:
bir şekil ve surete
girme.
tenvir etmek:
aydınlatmak,
nurlandırmak.
terhis:
serbest bırakma; gö-
reve son verme.
tezahür:
görünme.
vakıa:
olay.
vakıat:
olaylar.
vazife:
görev.
vazife-i hayat:
hayat görevi.
yakazaten:
uyanık olarak,
uyanıkken.
zahiren:
görünüşte.
zira:
çünkü, şu sebepten ki.
B
irinci
m
ekTup
| 18 | Mektubat
1.
Hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için ölümü de, hayatı da O
yarattı. (Mülk Suresi: 2.)