semanın yıldızlarını onunla iş’al etsin, hararet ve kuvvet
versin. Yani, âlem-i nur olan cennetten yıldızlara nur ve-
rip, cehennemden nâr ve hararet göndersin; aynı hâlde,
o cehennemin bir kısmını ehl-i azaba mesken ve mahbes
yapsın.
Hem bir Fâtır-ı Hakîm ki, dağ gibi koca bir ağacı, tır-
nak gibi bir çekirdekte saklar. elbette, o zat-ı zülcelâl’in
kudret ve hikmetinden uzak değildir ki, küre-i arzın kal-
bindeki cehennem-i suğra çekirdeğinde cehennem-i küb-
rayı saklasın.
El hâ s ı l
: Cennet ve cehennem, şecere-i hilkatten
ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyve-
sidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehasındadır.
Hem, şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. neticelerin
mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. süflîsi, sakili aşağı ta-
rafında; nuranîsi, ulvîsi yukarı tarafındadır.
Hem, şu seyl-i şuunatın ve mahsulât-ı maneviye-i arzi-
yenin iki mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsulâtın
nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir.
Hem, ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcu-
dat-ı seyyalenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin dur-
duğu ve tecemmu ettiği yerdedir. Yani habisatı ve mü-
zahrefatı esfelde, tayyibatı ve safiyatı âlâdadır.
Hem, lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelli-
gâhıdır. tecelligâhın yeri ise, her yerde olabilir. rah-
man-ı zülcemal ve kahhar-ı zülcelâl nerede isterse tecel-
ligâhını açar.
Mektubat | 23 |
B
irinci
m
ekTup
po.
mekân:
yer.
mesken:
kalınacak, oturulacak
yer.
mevcudat-ı seyyale:
akıp giden
varlıklar.
münteha:
son, uç.
müzahrefat:
süprüntüler, pislik-
ler, çöpler.
nâr:
ateş.
netice:
sonuç.
nev:
tür, çeşit, cins.
nur:
parıltı, ışık, aydınlık.
nuranî:
nurlu.
Rahman-ı Zülcemal:
güzellik ve
merhamet sahibi Allah.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
şefkat gösterme.
safiyat:
safî ve temiz olanlar.
sakil:
ağır, ağırlığı çok; çirkin.
sema:
gökyüzü.
seyl:
şiddetli akma, akıntı.
seyl-i şuunat:
Allah’ın icraatının
daima görünmesi ve hakikî mü-
essir olan Allah’ın iradesiyle de-
vamlı olan, cereyan eden her çe-
şit hâdiseler.
silsile:
zincir, birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sıra.
silsile-i kâinat:
kâinat halkası,
zinciri.
süflî:
aşağı, bayağı, adî.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağacı.
tayyibat:
iyi ve güzel şeyler.
tecelligâh:
İlâhî kudret ve aza-
metin göründüğü yer.
tecemmu:
toplanma.
ulvî:
yüksek, yüce.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl ve büyüklük
sahibi zat, Allah.
âlâ:
en yüksek, en yüce.
âlem-i nur:
nur âlemi.
azamet:
büyüklük, ululuk.
cehennem-i kübra:
büyük
cehennem.
cehennem-i suğra:
küçük
cehennem.
cereyan etmek:
bir tarafa
doğru akmak.
çekirdek:
tohum.
ebed:
sonsuzluk.
ehl-i azap:
azap ve ceza gö-
recekler.
elhâsıl:
sonuç olarak.
esfel:
en aşağı.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetli
bir şekilde yaratan Allah.
fena:
kötü, çirkin.
habisat:
kötü ve pis şeyler.
hararet:
sıcaklık, ısı.
havz:
havuz.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi.
iş’al etmek:
parlak hale getir-
mek, parlatmak.
kahhar-ı Zülcelâl:
her an
kahretmeye gücü yeten bü-
yüklük sahibi Allah.
kahır:
üstün gelerek mahvet-
me; Allah’ın şiddetli ve azap
verici vasıflarının tecellisi.
kudret:
kuvvet, iktidar.
küre-i arz:
yer küre.
lütuf:
iyilik, ihsan.
mahal:
yer.
mahbes:
zindan.
mahsulât:
meydana gelen,
elde edilen şeyler; ürünler,
neticeler.
mahsulât-ı maneviye-i arzi-
ye:
yerkürenin manevî mah-
sulâtı, neticeleri.
mahzen:
içinde eşya saklana-
cak yer, yer altı, bodrum; de-