Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul
edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların ha-
tırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım
geliyor. o da hoşuma gitmiyor. Hem, tasannu ve temel-
luktan beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz
yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. gayrin
en âlâ baklavasını yemek, en murassa libasını giymek ve
onların hatırını saymaya mecbur olmak, bana nahoş ge-
liyor.
•
Al t ınc ı s ı
: Ve istiğna sebebinin en mühimi, mezhe-
bimizce en muteber olan İbni Hacer diyor ki: “
Salâhat
niyetiylesanaverilenbirşey,saliholmazsankabulet-
mekharamdır.
”
(1)
İşte, şu zamanın insanları, hırs ve tamâ yüzünden, kü-
çük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi gü-
nahkâr bir bîçareyi, salih veya velî tasavvur ederek, son-
ra bir ekmek veriyorlar. eğer, hâşâ, ben kendimi salih
bilsem, o alâmet-i gururdur, salâhatin ademine delildir.
eğer kendimi salih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz
değildir. Hem ahirete müteveccih a’male mukabil sada-
ka ve hediyeyi almak, ahiretin bâkî meyvelerini dünyada
fânî bir surette yemek demektir.
(2)
? /
bÉ n
Ñr
dG n
ƒ o
g ? /
bÉ n
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
®®®
Mektubat | 29 |
i
kinci
m
ekTup
ma.
kabul etmek:
buyur etmek; al-
mak.
lâzım gelmek:
gerekmek.
libas:
elbise.
mecbur olmak:
zorunda kalmak.
mezhep:
dinde anlayış ve ibadet
yolu, dinde tutulan yol.
mukabil:
karşılık.
murassa:
süslü.
muteber:
itibarlı, geçerli, değerli,
kıymetli.
mühim:
önemli.
müteveccih:
yönelik, yönelen.
nahoş:
hoş olmayan, zevk ver-
meyen.
niyet:
maksat.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım.
salâhat:
dindarlıkta çok ileri olma
hâli.
salih:
dinin emirlerine uyan ve
hayırlı iş yapan, dindar kişi.
sebep:
neden.
suret:
biçim.
tama:
hırsla isteme, aç gözlülük.
tasannu:
yapmacık, zorlayarak
bir şeyi olduğundan daha değerli
gösterme.
tasavvur:
düşünme.
temelluk:
dalkavukluk, yaltak-
lanma.
tevahhuş:
yalnızlaşma, yabancı-
laşma.
vakit:
zaman.
velî:
ermiş, Allah dostu.
yama:
delik, yırtık veya eski bir
yeri onarmak için kullanılan uy-
gun parça.
adem:
yokluk.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem, öteki
âlem.
âlâ:
güzel, tatlı.
alâmet-i gurur:
gurur belirti-
si.
a’mal:
ameller, işler.
bâkî:
ebedî, daimî.
bîçare:
çaresiz.
caiz:
yapılmasında sakınca ol-
mayan.
delil:
bir meseleyi ispata ya-
rayan şey, bürhan, kanıt.
fânî:
ölümlü, geçici.
gayr:
başka.
günahkâr:
günah işleyen.
halk:
insanlar.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hâşâ:
Allah saklasın.
hatır saymak:
önem vermek,
önemsemek.
hediye:
birine karşılıksız ola-
rak verilen şey, armağan.
hoş:
iyi, güzel, zevk verici.
hoşa gitmek:
iyi karşılamak,
zevk almak.
hırs:
aç gözlülük.
istiğna:
sakınma, uzak dur-
1.
İbni Haceri'l-Heytemî, Tuhfetü'l-MuhtâcLişerhi'l-Minhâc, 1:178.
2.
Bâkî olan yalnız Allah'tır.