mazhariyetine medar bir vaziyet verilmiş. Bütün sözler o
mazhariyetin cilveleridir. İnşaallah, o sözler
(1)
Gk
Ò/
ã`n
c
Gk
ôr
«n
N n
?p
Jho
G r
ón
?n
a n
án
ªr
µ
p
ër
dG n
ärD
ƒo
j r
øn
en
h
sırrına mazhar-
dırlar.
•
İkincisi
: tarik-ı nakşî hakkında denilen
Dertarik-ıNakşibendîlâzımamedçârterk;
Terk-idünya,terk-iukba,terk-ihestî,terk-iterk.
olan fıkra-i rana birden hatıra geldi. o hâtıra ile beraber,
birden şu fıkra tulû etti:
Dertarik-ıaczmendîlâzımamedçârçîz;
Fakr-ımutlak,acz-imutlak,şükr-imutlak,
şevk-imutlakeyaziz!”
sonra, senin yazdığın “Bak kitab-ı kâinatın safha-i
rengînine … ilâahir” olan rengîn ve zengin şiir hatırıma
geldi. o şiir ile semanın yüzündeki yıldızlara baktım.
“keşke şair olsaydım, bunu tekmil etseydim” dedim.
Hâlbuki şiir ve nazma istidadım yokken, yine başladım.
Fakat nazım ve şiir yapamadım. nasıl hutur etti ise öyle
yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir,
tanzim et. İşte birden hatıra gelen şu:
Dinledeyıldızları,şuhutbe-işîrînine;
Name-inurîniHikmet,baknetakrireylemiş.
Hepberabernutkagelmiş,haklisanıyladerler:
BirKadîr-iZülcelâl’inhaşmet-isultanına,
Birerbürhan-ınurefşanızbizvücud-iSânia;
Hemvahdete,hemkudreteşahitlerizbiz.
Mektubat | 37 |
d
ördÜncÜ
m
ekTup
lanılan bir dua.
istidat:
kabiliyet.
kadîr-i Zülcelâl:
büyüklük sahibi
ve her şeye gücü yeten Allah.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
kudret:
kuvvet, iktidar.
lâzım amed:
lâzım gelir, gerekir.
lisan:
dil.
mazhar:
ayna, yansıma ve gö-
rünme yeri.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma, ayna olma; şereflen-
me, nail olma.
medar:
çerçeve, yörünge.
name-i nurîn:
nurlu, parlak mek-
tup.
nazım:
kafiyeli, vezinli söz; şiir.
nutuk:
konuşma.
rengîn:
süslü, rengârenk, güzel,
lâtif, hoş.
safha-i rengîn:
rengârenk süslü
bölümler, kısımlar, sayfalar.
sema:
gökyüzü.
şahit:
şahitlik eden, tanık.
şair:
şiir yazan veya söyleyen
kimse.
şevk-i mutlak:
tam mutluluk ve
sevinç.
şükr-i mutlak:
mutlak bir şükür
içinde olma.
takrir:
kararlaştırma, bildirme.
tanzim:
sıraya koyma, düzenle-
me.
tarik-ı Nakşî:
Nakşibendî tarikati.
tekmil:
tamamlama.
terk-i dünya:
dünyayı terk etme.
terk-i hestî:
varlığı, vücudu terk
etme, düşünmeme.
terk-i terk:
terkin terki; terk et-
meyi bırakma, düşünmeme.
terk-i ukba:
ahiretteki mükâfat-
ları terk etme, düşünmeme.
tulû:
doğma.
vahdet:
birlik.
vâris:
mirasçı.
vaziyet:
durum, hâl.
vücud-i Sâni:
her şeyi sanatla ya-
ratan Allah’ın varlığı.
acz-i mutlak:
sonsuz ve sınır-
sız güçsüzlük.
aziz:
muhterem.
bürhan-ı nurefşan:
nur saçan
delil.
cilve:
görünme, yansıma.
çâr:
dört.
çâr çîz:
dört şey.
der tarik-ı aczmendî:
Cenab-ı
Hakka karşı acz ve fakrını his-
setme ve bunu bildirme yo-
lunda.
der tarik-ı Nakşibendî:
Nak-
şibendî tarikatinde.
fakr-ı mutlak:
tam fakirlik.
fıkra:
fasıl, bölüm.
fıkra-i rana:
güzel ve lâtif
olan kısa yazı.
hak:
doğru, her hakkın sahibi
olan Allah.
hâlbuki:
oysa ki.
haşmet-i sultan:
sultanın
haşmeti.
hatır:
zihin, fikir.
hâtıra:
hatıra gelen, hatırla-
nan; anı.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, fayda ve
ilim.
hutbe-i şîrîn:
sevimli ve tatlı
konuşmalar.
hutur:
hatıra gelme, kalbe
doğma.
ilâahir:
sonuna kadar.
inşaallah:
Allah dilerse, Allah
izin verirse manalarında kul-
1.
Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir. (Bakara Suresi: 269.)