Her birimiz kendi âyinemiz vasıtasıyla, hususî odamızın
şeklini, hey’etini, rengini değiştirebiliriz. kırmızı boya
vursak, kırmızı; yeşil boyasak, yeşil gösterir. Ve hakeza,
âyinede tasarrufla çok vaziyetler verebiliriz. Çirkinleştirir,
güzelleştirir, çok şekillere koyabiliriz. Fakat haricî ve
umumî odayı ise kolaylıkla tasarruf ve tağyir edemeyiz.
Hususî oda ile umumî oda hakikatte birbirinin aynı iken,
ahkâmda ayrıdırlar. sen bir parmakla odanı harap ede-
bilirsin; ötekinin bir taşını bile kımıldatamazsın.
İşte, dünya süslü bir menzildir. Her birimizin hayatı bir
endam âyinesidir. Şu dünyadan her birimize birer dünya
var, birer âlemimiz var. Fakat direği, merkezi, kapısı ha-
yatımızdır. Belki o hususî dünyamız ve âlemimiz, bir sa-
hifedir, hayatımız bir kalem–onunla sahife-i a’malimize
geçecek çok şeyler yazılıyor.
eğer dünyamızı sevdikse, sonra gördük ki, dünyamız,
hayatımız üstünde bina edildiği için, hayatımız gibi zail,
fânî, kararsızdır, hissedip bildik. ona ait muhabbetimiz,
o hususî dünyamız âyine olduğu ve temsil ettiği güzel nu-
kuş-i esma-i İlâhiyeye döner, ondan cilve-i esmaya inti-
kal eder.
Hem o hususî dünyamız, ahiret ve cennetin muvakkat
bir fidanlığı olduğunu derk edip, ona karşı şedit hırs ve
talep ve muhabbet gibi hissiyatımızı onun neticesi ve se-
meresi ve sümbülü olan uhrevî fevaidine çevirsek, o va-
kit o mecazî aşk hakikî aşka inkılâp eder.
Mektubat | 25 |
B
irinci
m
ekTup
sümbül:
salkım çiçekli bir bitki.
şedit:
şiddetli.
tağyir etmek:
bozmak, başkalaş-
tırmak.
talep:
istek.
tasarruf:
kullanma; değişiklikler
yapma.
temsil etmek:
bir şeyin sembolü
olmak.
uhrevî:
ahirete ait.
umumî:
genele ait.
vasıta:
aracı.
vaziyet:
şekil.
zail:
yok olan, sona eren.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
ahkâm:
hükümler, kararlar;
yönetmeler.
âlem:
dünya.
âyine:
ayna.
bina etmek:
yapmak, kur-
mak.
cilve-i esma:
Allah’ın isimleri-
nin tecellisi, cilvesinin görün-
mesi.
derk etmek:
anlamak.
endam âyinesi:
boy aynası.
fânî:
ölümlü, geçici.
fevaid:
menfaatler, faydalar.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikatte:
gerçekte.
hakikî aşk:
gerçek aşk, İlâhî
aşk, Allah aşkı.
harap etmek:
alt üst etmek,
bozmak, yıkmak.
haricî:
dışarıya ait.
hey’et:
görünüş.
hissiyat:
hisler, duygular.
hususî:
özel.
inkılâp:
bir hâlden diğer hale
geçme, değişim, dönüşüm.
intikal etmek:
geçmek, bir
meseleden diğer bir hususu
veya neticeyi anlamak.
mecazî aşk:
mecazî, dünyevî
aşk; dünyaya karşı gösterilen
aşırı arzu, istek.
menzil:
yer.
muhabbet:
sevgi.
muvakkat:
geçici.
netice:
sonuç.
nukuş-i esma-i İlâhiye:
Ce-
nab-ı Allah’ın isimlerinin na-
kışları.
sahife:
sayfa.
sahife-i a’mal:
amellerin,
yaptığımız iyi veya kötü işle-
rin yazıldığı sayfa.
semere:
meyve.