İşte şu ayet, gayet sarih bir surette, Ahirzaman pey-
gamberi olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın ev-
safını beyan ediyor.
• Mişâil namıyla müsemma Mihâil peygamberin kita-
bının dördüncü Babında şu ayet var:
“Ahirzamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, ora-
da Hakka ibadet etmek üzere mübarek dağı ihtiyar eder-
ler. Ve her iklimden orada birçok halk toplanıp rabb-i
Vahide ibadet ederler, ona şirk etmezler.”
(1)
İşte şu ayet, zahir bir surette, dünyanın en mübarek da-
ğı olan Cebel-i Arafat ve orada her iklimden gelen hacı-
ların tekbir ve ibadetlerini ve ümmet-i merhume namıyla
şöhretşiar olan ümmet-i Muhammediyeyi tarif ediyor.
• zebur’da, Yetmiş İkinci Babında şu ayet var:
“Bahirden bahre malik ve nehirlerden arzın makta ve
müntehasına kadar malik ola… Ve kendisine Yemen ve
Cezayir mülûkü hediyeler götüreler… Ve padişahlar ona
secde ve inkıyat edeler… Ve her vakit ona salât ve her
gün kendisine bereketle dua oluna… Ve envarı, Medi-
ne’den münevver ola… Ve zikri, ebedülâbâd devam
ede… onun ismi, şemsin vücudundan evvel mevcuttur;
onun adı güneş durdukça münteşir ola...”
(2)
İşte şu ayet, pek aşikâr bir tarzda Fahr-i Âlem Aleyhis-
salâtü Vesselâmı tavsif eder. Acaba Hazret-i davud Aley-
hisselâmdan sonra, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü
Vesselâmdan başka hangi nebî gelmiş ki, şarktan garba
ahirzaman:
dünya hayatının kı-
yamete yakın son devresi.
aleyhissalâtü vesselâmı:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı onun
üzerine olsun.
arz:
yer, dünya.
aşikâr:
açık.
ayet:
Tevrat’tan bir cümle, delil;
Zebur’dan bir cümle, delil.
bab:
kapı, bölüm, kısım.
bahirden bahre:
denizden deni-
ze.
bereket:
bolluk, çokluk.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
Cebel-i arafat:
Arafat Dağı, Mek-
ke-i Mükerreme’de bulunan mü-
barek dağın ismi.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedülâbâd:
sonsuzlukların son-
suzluğu, sonsuzluk.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışıklar.
evsaf:
vasıflar, özellikler.
Fahr-i Âlem:
âlemin kendisiyle
övündüğü Peygamber Efendimiz.
garp:
batı.
gayet:
son derece, çok.
Hak:
Allah.
ihtiyar etmek:
seçmek, tercih et-
mek.
inkıyat etmek:
boyun eğmek.
kaim:
ayakta duran.
makta:
kesilen yer, kesinti yeri,
başlangıç yeri.
malik:
sahip.
mevcut:
var olan, yaratılmış.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamber Efendi-
miz Hz, Muhammed.
mübarek:
bereketli, hayırlı, uğur-
lu.
mülûk:
melikler, hükümdarlar,
krallar.
münevver:
nurlanmış, aydınlatıl-
mış.
münteha:
uç, son nokta.
münteşir:
yayılmış, yaygın.
müsemma:
isimlendirilmiş, adlan-
dırılmış.
nam:
ad.
nebî:
haberci, peygamber, elçi.
Rabb-i Vahid:
bir, tek ve eşsiz
terbiye edici olan Allah.
salât:
Hz. Peygambere dua; Hz.
Muhammed’e, ashabına, aile-
sine Allah’ın rahmet ve mağ-
firetini, meleklerin istiğfarını
ve mü’minlerin dualarını dile-
me; “Allahümme salli alâ sey-
yidinâ Muhammedin ve alâ âli
seyyidinâ Muhammed” deme.
sarih:
açık.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şark:
doğu.
şems:
güneş.
şirk:
Allah’a ortak koşma.
şöhretşiar:
şöhretli, şöhret sa-
hibi.
tarz:
biçim, şekil.
tavsif etmek:
vasıflandırmak,
özelliklerini anlatmak.
tekbir:
Allah en büyüktür ma-
nasına gelen Allahü Ekber sö-
zünü söyleme.
ümmet-i merhume:
İlâhî mer-
hamete mazhar olan ümmet.
ümmet-i Muhammediye:
Hz.
Muhammed’e uyan ve onun
yolundan giden Müslümanlar.
vücut:
varlık.
zahir:
görünen, açık,
Zebur:
Hz. Davud’a indirilen
kutsal kitap.
zikir:
anma, anılma.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 288 | Mektubat
1.
Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme) Bab: 4, Mika, ayet 1-2, s. 877.
2.
Kitab-ı Mukaddes (Türkçe tercüme) Bab, 72, Mezmurlar, s. 581, 582.