Mektubat - page 297

n
Şimdi, ilham-ı rabbanî ile gayptan haber veren bu
ariflerden sonra, gayptan ruh ve cin vasıtasıyla haber
veren kâhinler, pek sarih bir surette resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâmın geleceğini ve nübüvvetini haber
vermişler. onlar çoktur; biz, onlardan meşhurları ve ma-
nevî tevatür hükmüne geçmiş ve ekser tarih ve siyerde
nakledilmiş birkaçını zikredeceğiz. onların uzun kıssala-
rını ve sözlerini siyer kitaplarına havale edip, yalnız ic-
malen bahsedeceğiz.
Birincisi
: Şıkk isminde meşhur bir kâhindir ki, bir gö-
zü, bir eli, bir ayağı varmış; âdeta yarım insan. İşte o kâ-
hin, manevî tevatür derecesinde kat’î bir surette tarihlere
geçmiş ki, risalet-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmı ha-
ber verip, mükerreren söylemiştir.
(1)
İkincisi
: Meşhur Şam kâhini satih’tir ki, kemiksiz,
âdeta azasız bir vücut, yüzü göğsü içinde bir acube-i hilkat
ve çok da yaşamış bir kâhindir. gayptan verdiği doğru
haberler, o zaman insanlarda şöhret bulmuş. Hatta kis-
ra, yani Fars padişahı, gördüğü acip rüyayı ve velâdet-i
Ahmediye (
AsM
) zamanında sarayın on dört şerefesinin
düşmesinin sırrını satih’ten sormak için, Muyzan denilen
âlim bir elçisini göndermiş. satih demiş: “on dört zat,
sizlerde hâkimiyet edecek, sonra saltanatınız mahvolacak.
Hem birisi gelecek, bir din izhar edecek. İşte, o, sizin din
ve devletinizi kaldıracak” mealinde, kisraya haber gön-
dermiş. İşte o satih, sarih bir surette, Ahirzaman pey-
gamberinin gelmesini haber vermiş.
(2)
Mektubat | 297 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
cera, ibret verici hikâye.
kisra:
eskiden İran hükümdarları-
na verilen ad.
mahvolma:
bitme, yok olma.
manevî tevatür:
yalan üzerine
birleşmeleri mümkün olmayan bir
topluluğun bir olayı mana yönün-
den aktarması veya aktarılırken
susmak suretiyle doğruluğunu tas-
dik etmesi.
meal:
anlam, mana,
meşhur:
tanınmış, şöhretli, ünlü,
mükerreren:
defalarca, tekrarla.
nakletmek:
aktarmak, anlatmak.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
risalet-i ahmediye:
Hz. Muham-
med’in peygamberliği.
saltanat:
sultanlık, hükümdarlık;
devlet.
sarih:
açık.
sır:
gizli hakikat, sebep.
siyer:
Peygamberimizin hayat ta-
rihi; onun hayatının bütün safha-
larını anlatan ve vasıflarını nakle-
den eserler.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şerefe:
burç, kule.
vasıta:
aracılık.
velâdet-i ahmediye:
Peygambe-
rimiz Hz Muhammed’in doğuşu.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
acip:
şaşırtıcı, hayret verici.
acube-i hilkat:
yaratılış gari-
besi, yaratılışı çok tuhaf olan.
ahirzaman:
dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
âlim:
bilgili, bilgin.
arif:
bilen, bilgi sahibi,
bahis:
bir konu hakkında söz
söyleme, konuşma.
ekser:
pek çok.
Fars:
İran.
gaip:
görünmeyen âlem.
hâkimiyet:
hâkim olma hâli,
egemenlik.
havale etmek:
bırakmak.
icmalen:
kısaca, özetle.
ilham-ı Rabbanî:
belli bilgi va-
sıtalarına başvurmadan Allah
tarafından insanın kalbine ve-
ya zihnine indirilen mana.
izhar etme:
ortaya çıkarma,
gösterme.
kâhin:
gelecekten haber ver-
mek iddiasında bulunan kim-
se.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kıssa:
baştan geçen olay, ma-
1.
Kadı İyaz, Şifa, 1:365.
2.
Beyhakî. 2:126-129; Kadı İyaz, Şifa. 1:365.
1...,287,288,289,290,291,292,293,294,295,296 298,299,300,301,302,303,304,305,306,307,...1086
Powered by FlippingBook