ne vakit o zat yemekte bulunmazsa, tok olmuyorlardı.
(1)
Şu hâdise hem meşhurdur, hem kat’îdir.
• Hem resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın küçük-
lüğünde ona bakan ve hizmet eden ümmü eymen de-
miş: “Hiçbir vakit resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm
açlık ve susuzluktan şikâyet etmedi; ne küçüklüğünde ve
ne de büyüklüğünde.”
(2)
Dokuzuncusu
: Murdiası olan Halime-i sa’diye’nin ma-
lında ve keçilerinin sütünde, kabilesinin hilâfına olarak
çok bereketi ve ziyade olmasıdır.
(3)
Bu vakıa hem meş-
hurdur, hem kat’îdir.
• Hem sinek onu taciz etmezdi, onun cesed-i mübare-
ğine ve libasına konmazdı.
(4)
nasıl ki, evlâdından seyyid
Abdülkadir-i geylânî (
ks
) dahi, ceddinden o hâli irsiyet al-
mıştı; sinek ona da konmazdı.
Onuncusu
: resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dün-
yaya geldikten sonra, bahusus velâdet gecesinde, yıldız-
ların düşmesinin çoğalmasıdır ki, şu hâdise, on Beşinci
sözde kat’iyen bürhanlarıyla ispat ettiğimiz üzere, şu yıl-
dızların sukutu, şeyatin ve cinlerin gaybî haberlerden ke-
silmesine alâmet ve işarettir. İşte, madem resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı; elbette
yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve
gayptan haber verenlerin ve cinlerin ihbaratına set çek-
mek lâzımdır ki, vahye bir şüphe iras etmesinler ve vah-
ye benzemesin. evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu.
kur’ân nazil olduktan sonra onlara hatime çekti. Hatta
Mektubat | 303 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
irsiyet:
soydan gelen, soya çe-
kim.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
kabile:
göçebe insanlarda, aynı
soydan sayılan ve bir başa itaat
eden insan topluluğu, boy, aşiret.
kâhin:
gelecekten haber vermek
iddiasında bulunan kimse.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
libas:
elbise.
murdia:
süt anne.
nazil olmak:
inmek, indirilmek.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
Seyyid:
Hz. Muhammed’in torunu
Hz. Hasan’ın soyundan olan kim-
se.
sukut:
düşme, aşağı inme.
şeyatin:
şeytanlar.
taciz etmek:
rahatsız etmek, sı-
kıntı vermek.
vahiy:
bir fikrin, bir hakikatin ve-
ya bir emrin Allah tarafından pey-
gamberlere bildirilmesi.
vakıa:
hâdise.
velâdet:
doğuş, dünyaya gelme.
zat:
şahıs, kişi, fert.
ziyade:
çok, fazla.
alâmet:
iz, belirti, işaret.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
bahusus:
özellikle.
bereket:
Allah’tan gelen bol-
luk.
bi’set:
Hz. Muhammed’in Pey-
gamberlikle görevlendirilme-
si.
bürhan:
delil, ispat.
cet:
dede, ata.
cesed-i mübarek:
mübarek
vücut, beden.
evlât:
veletler, çocuklar.
gaip:
görünmeyen âlem.
gaybî:
başka âlemdekilere ait.
hâdise:
olay.
hatime:
son,
hilâf:
ters, karşı, zıt.
ihbarat:
ihbarlar, haber ver-
meler, bildirmeler.
iras etmek:
vermek, getirmek,
sebep olmak.
1.
Kadı İyaz, Şifa, 1:367.
2.
Kadı İyaz, Şifa, 1:368; Beyhakî, 6:125.
3.
Alliyyü’l-Karî, Şerhü’ş-Şifa, 1:750.
4.
Kadı İyaz, Şifa, 1:368.