Mektubat - page 308

takriben yüz elli sahifede, kırk vech-i i’cazını icmalen be-
yan ve ispat etmiştir. öyle ise, şu mahzen-i mu’cizat olan
mu’cize-i azamı o söze havale ederek, yalnız iki üç nük-
teyi beyan edeceğiz.
bİRİNCİ NÜkte
Eğer de n i l se
: “İ’caz-ı kur’ân belâgattedir. Hâlbuki
umum tabakatın hakları var ki, i’cazında hisseleri bulun-
sun. Hâlbuki, belâgatteki i’cazı binde ancak bir muhak-
kik âlim anlayabilir.”
El cevap
: kur’ân-ı Hakîm’in her tabakaya karşı bir ne-
vi i’cazı vardır. Ve bir tarzda, i’cazının vücudunu ihsas
eder.
Meselâ, ehl-i belâgat ve fesahat tabakasına karşı hari-
kulâde belâgatteki i’cazını gösterir.
Ve ehl-i şiir ve hitabet tabakasına karşı garip, güzel,
yüksek üslûb-i bedîin i’cazını gösterir. o üslûp herkesin
hoşuna gittiği hâlde, kimse taklit edemiyor. Mürur-i za-
man, o üslûbu ihtiyarlatmıyor; daima genç ve tazedir. öy-
le muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki, hem âlî,
hem tatlıdır.
Hem, kâhinler ve gayptan haber verenler tabakasına
karşı, harikulâde ihbarat-ı gaybiyedeki i’cazını gösterir.
Ve ehl-i tarih ve hâdisat-ı âlem uleması tabakasına kar-
şı kur’ân’daki ihbarat ve hâdisat-ı ümem-i salife ve ahval
ve vakıat-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki i’cazı-
nı gösterir.
ahval:
hâller, durumlar,
âlî:
yüce, yüksek.
âlim:
bilgili, bilgin, ilim ile uğra-
şan.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde ve hâlin ve makamın ica-
bına göre söylenmesi.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
beyan:
açıklama, izah.
daima:
sürekli, her zaman.
ehl-i belâgat:
güzel, kusursuz söz
söyleyenler, edipler, edebiyatçı-
lar.
ehl-i fesahat:
doğru, düzgün, açık
ve akıcı şekilde söz söyleyenler.
ehl-i şiir:
şiir ile uğraşanlar, şair-
ler.
ehl-i tarih:
tarihçiler, tarih ilmiyle
uğraşanlar.
gaip:
görünmeyen âlem.
hâdisat-ı âlem:
âlemde meyda-
na gelen olaylar.
hâdisat-ı ümem-i salife:
geçmiş-
teki milletlerin yaşadığı olaylar.
harikulâde:
hayranlık verici, ola-
ğanüstü.
havale etmek:
bırakmak.
hisse:
pay.
hitabet:
hitap etme sanatı, güzel
ve düzgün söz söyleme, hatiplik.
i’caz:
mu’cizelik özelliği; taklidi
mümkün olmayacak derecede gü-
zel ve düzgün söz söyleme.
İ’caz-ı kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ği.
icmalen:
kısaca, özetle.
ihbarat:
ihbarlar, haber vermeler,
bildirmeler.
ihbarat-ı gaybiye:
gayp âlemin-
den haber vermeler.
ihsas etme:
hissettirme, hatırlat-
ma.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 308 | Mektubat
kâhin:
gelecekten haber ver-
mek iddiasında bulunan kim-
se,
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mahzen-i mu’cizat:
mu’cize-
lerin mahzeni, mu’cizelerin top-
lu bulunduğu, içinde saklan-
dığı (kitap).
mensur:
nesir, düz yazı.
meselâ:
örneğin.
mu’cize-i azam:
en büyük
mu’cize.
muhakkik:
gerçeği araştıran,
bir şeyin iç yüzünü inceleye-
rek vâkıf olan.
muntazam:
düzenli, tertipli.
mürur-i zaman:
zamanın geç-
mesi.
nazım:
diziliş, tertip.
nesir:
düz yazı.
nev:
çeşit, tür.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı, ancak dikkat edildiğinde
anlaşılan ince söz ve mana.
sahife:
sayfa.
tabaka:
topluluk, sınıf, zümre.
tabakat:
tabakalar.
taklit etmek:
benzerini yap-
mak.
takriben:
tahminen, yaklaşık
olarak, aşağı yukarı.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
umum:
bütün, tüm.
üslûb-i bedîi:
eşsiz güzellik-
teki ifade tarzı.
üslûp:
ifade tarzı, ifade biçimi.
vakıat-ı istikbaliye ve ber-
zahiye ve uhreviye:
ahiretle,
kabir hayatıyla ve gelecekle
ilgili olaylar.
vech-i i’caz:
mu’cizelik yönü.
vücut:
var olma, varlık.
1...,298,299,300,301,302,303,304,305,306,307 309,310,311,312,313,314,315,316,317,318,...1086
Powered by FlippingBook