Mektubat - page 316

İslâmiyet’in aleyhinde her şeyi neşretmişler. eğer neşret-
seydiler ve muaraza olsaydı, herhâlde tarihlere, kitaplara
şaşaalı bir surette geçecekti. İşte, meydanda bütün tarih-
ler, kitaplar; hiçbirisinde, Müseylime-i kezzab’ın birkaç
fıkrasından başka yoktur.
Hâlbuki, kur’ân-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen
damarlara dokunduracak ve inadı tahrik edecek bir tarz-
da meydan okudu. Ve derdi ki:
“Şu kur’ân’ın, Muhammedü’l-emin gibi bir ümmîden
nazirini yapınız ve gösteriniz.
“Haydi, bunu yapamıyorsunuz; o zat ümmî olmasın,
gayet âlim ve kâtip olsun.
“Haydi, bunu da getiremiyorsunuz; bir tek zat olmasın.
Bütün âlimleriniz, beliğleriniz toplansın, birbirine yardım
etsin. Hatta güvendiğiniz âliheleriniz size yardım etsin.
“Haydi, bununla da yapamayacaksınız; eskiden yazıl-
mış beliğ eserlerden de istifade edip, hatta gelecekleri de
yardıma çağırıp, kur’ân’ın nazirini gösteriniz, yapınız.
“Haydi, bunu da yapamıyorsunuz; kur’ân’ın mecmu-
una olmasın da, yalnız on suresinin nazirini getiriniz.
“Haydi, on suresine mukabil, hakikî, doğru olarak bir
nazire getiremiyorsunuz; haydi, hikâyelerden, asılsız kıs-
salardan terkip ediniz, yalnız nazmına ve belâgatine na-
zire olsun getiriniz.
“Haydi, bunu da yapamıyorsunuz; bir tek suresinin na-
zirini getiriniz.
aleyh:
karşı, karşıt, zıt.
âlihe:
batıl ilâhlar, tanrılar.
âlim:
bilgili, bilgin, ilim ile uğra-
şan.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 316 | Mektubat
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde ve hâlin ve
makamın icabına göre söy-
lenmesi.
beliğ:
belâgatle anlatılan, düz-
gün ve sanatlı; belâgatle, düz-
gün olarak anlatan.
fıkra:
paragraf, bölüm, kısım.
gayet:
çok, son derece.
hakikî:
gerçek, aslına uygun,
gerçek olan.
istifade etmek:
faydalanmak,
yararlanmak.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kıssa:
ibret verici hikâye.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mecmuu:
bütünü, hepsi.
muaraza:
karşı gelme, söz mü-
cadelesi.
Muhammedü’l-emin:
her ba-
kımdan güvenilir olan Pey-
gamberimiz.
mukabil:
karşı, karşılık.
mütemadiyen:
sürekli olarak.
nazir:
benzer, eş.
nazire:
örnek, benzer.
nazım:
tertip, düzen, diziliş.
neşretmek:
dağıtmak, yay-
mak, herkese duyurmak.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şaşaalı:
parlak, göz alıcı.
tahrik etmek:
harekete ge-
çirmek.
tarz:
biçim, şekil, suret.
terkip:
birkaç şeyin birleştiri-
lerek yeni bir şey meydana
getirilmesi, sentez.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan.
zat:
kişi, şahıs, fert.
1...,306,307,308,309,310,311,312,313,314,315 317,318,319,320,321,322,323,324,325,326,...1086
Powered by FlippingBook