hulâsatülhulâsa bir icmal ile küçük bir tarif yapacağız.
Çünkü, madem o delildir ve neticesi marifet-i İlâhiyedir;
elbette delili tanımak ve vech-i delâletini bilmek lâzımdır.
öyle ise, biz de gayet muhtasar bir hulâsa ile, vech-i de-
lâletini ve sıhhatini beyan edeceğiz. Şöyle ki:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, şu kâinatın
mevcudatı gibi, Hâlık-ı kâinatın vücuduna ve vahdetine
kendi zatı delâlet ettiği gibi, o kendi delâlet-i zatiyesini,
bütün mevcudatın delâletiyle beraber, lisanıyla ilân etmiş-
tir. Madem delildir; biz o delilin hüccet ve istikametine ve
sıdk ve hakkaniyetine on beş esasta işaret ederiz:
bİRİNCİ eSaS:
Hem zatıyla, hem lisanıyla, hem delâ-
let-i hâliyle, hem kàliyle kâinatın sâniine delâlet eden şu
delil, hem hakikat-i kâinatça musaddak, hem sadıktır.
Çünkü, bütün mevcudatın vahdaniyete delâletleri, elbet-
te, vahdaniyeti söyleyen zatı tasdik hükmündedir. demek,
söylediği dava da umum kâinatça musaddaktır.
Hem beyan ettiği kemal-i mutlak olan vahdaniyet-i İlâ-
hiye ve hayr-ı mutlak olan saadet-i ebediye, bütün haka-
ik-ı âlemin hüsün ve kemaline muvafık ve mutabık oldu-
ğundan, o, davasında elbette sadıktır.
demek, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vah-
daniyet-i İlâhiyeye ve saadet-i ebediyeye bir bürhan-ı na-
tık-ı sadık ve musaddaktır.
İkİNCİ eSaS:
Hem, o delil-i sadık ve musaddak, ma-
dem umum enbiyanın fevkinde binler mu’cizat ve neshe-
dilmeyen bir şeriat ve umum cin ve inse şamil bir davet
Mektubat | 325 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
icmal:
öz, özet.
ilân:
açıklamak, herkese duyur-
mak.
ins:
insan, beşer, âdemoğlu.
istikamet:
doğruluk.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kàl:
söz, lâf.
kemal:
mükemmellik, kusursuz-
luk, tam ve eksiksiz olma.
kemal-i mutlak olmak:
her yö-
nüyle mükemmel ve kusursuz ol-
mak.
lisan:
dil.
marifet-i İlâhiye:
Allah’ı bilme ve
tanıma.
mevcudat:
var olan her şey, var-
lıklar.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muhtasar:
kısaltılmış, kısa, özet.
musaddak:
doğrulanmış, gerçek-
liği kabul edilmiş.
mutabık:
uygun.
muvafık:
uygun, lâyık.
neshedilmek:
geçersiz yapılmak,
ortadan kaldırılmak, iptal edilmek.
netice:
sonuç.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
saadet-i ebedî:
sonsuz mutluluk.
sadık:
doğru, gerçek.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
sıdk:
doğruluk.
sıhhat:
doğruluk, sağlamlık.
şamil:
içine alan, kaplayan.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümle-
rin hepsi.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
umum:
genel, bütün, tüm.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî birlik,
Allah’ın bir ve tek olması.
vahdet:
birlik, teklik.
vech-i delâlet:
delil olma yönü,
sebebi.
zat:
büyüklük ve yücelik sahibi
zat olan Allah.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
beyan etmek:
anlatmak, açık-
lamak, bildirmek.
bürhan-ı natık-ı sadık ve mu-
saddak:
dosdoğru konuşan ve
doğrulanan delil, bürhan.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
davet:
çağrı.
delâlet:
delil olma, işaret et-
me, gösterme.
delâlet-i hâl:
hâlin delil olma-
sı; hâlin işaret etmesi ve bil-
dirmesi.
delâlet-i zatiye:
kendi zatı ile,
bizzat kendisini eserleri ile gös-
termek suretiyle olan delâlet.
delil-i sadık ve musaddak:
doğrulanmış, gerçekliği kabul
edilmiş ve doğru delil.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
esas:
asıl, temel.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
gayet:
çok, son derece.
hakaik-ı âlem:
kâinattaki ha-
kikatler, gerçekler.
hakikat-ı kâinat:
kâinatın ha-
kikati, gerçeği; yaratılmış olan
her şeyin aslı, esası.
hakkaniyet:
gerçekçilik, doğ-
ruluk, haktan ve doğruluktan
ayrılmama.
Hâlık-ı kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
hayr-ı mutlak:
sonsuz ve sı-
nırsız hayır, iyilik.
hulâsa:
öz, özet.
hulâsatülhulâsa:
özünün özü.
hüccet:
delil,
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hüsün:
güzellik.