üstadıdır. öyle ise, zatında ve vazifesinde ve dininde şu
kemalât ise, hakkaniyetine ve sıdkına o kadar kuvvetli bir
nokta-i istinattır ki, hiçbir cihette sarsılmaz.
DÖRDÜNCÜ eSaS:
Hem, maden-i kemalât ve mual-
lim-i ahlâk-ı âliye olan o dellâl-ı vahdaniyet ve saadet, ken-
di kendine söylemiyor, belki söylettiriliyor. evet, Hâlık-ı
kâinat tarafından söylettiriliyor. üstad-ı ezelî’sinden ders
alır, sonra ders verir. Çünkü, sabık İşaretlerde kısmen be-
yan edilen binler delâil-i nübüvvetle, Hâlık-ı kâinat, bü-
tün o mu’cizatı onun elinde halk etmekle gösterdi ki, o,
onun hesabına konuşuyor, onun kelâmını tebliğ ediyor.
Hem, ona gelen kur’ân ise, içinde, dışında kırk vech-i
i’caz ile gösterir ki, o, Cenab-ı Hakkın tercümanıdır.
Hem o kendi zatında bütün ihlâsıyla ve takvasıyla ve
ciddiyetiyle ve emanetiyle ve sair bütün ahval ve etvarıy-
la gösterir ki, o kendi namına, kendi fikriyle demiyor, bel-
ki Hâlıkı namına konuşuyor.
Hem, onu dinleyen bütün ehl-i hakikat, keşif ve tah-
kikle tasdik etmişler ve ilmelyakîn iman etmişler ki, o ken-
di kendine konuşmuyor; belki Hâlık-ı kâinat onu konuş-
turuyor, ders veriyor, onunla ders verdiriyor.
öyle ise, onun sıdk ve hakkaniyeti, bu dört gayet kuv-
vetli esasların icmaına istinat eder.
Mektubat | 327 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
lunup meydana çıkarılması.
kısmen:
bir bölüm olarak veya
bazı bakımdan.
maden-i kemalât:
mükemmellik-
ler kaynağı.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muallim-i ahlâk-ı âliye:
yüksek
ve yüce ahlâkı öğreten, ders ve-
ren.
namına:
adına, hesabına.
nokta-i istinat:
dayanak noktası.
saadet:
mutluluk.
sabık:
geçen, geçmiş, önceki.
sair:
diğer, öteki.
sıdk:
doğruluk.
tahkik:
doğruluğunu araştırma,
inceleme.
takva:
Allah’tan korkma, Allah’ın
emirlerini tutup azabından korun-
ma, Allah’ın yasaklarından kaçın-
mada son derece titizlik göster-
me.
tasdik etmek:
doğrulamak, onay-
lamak.
tebliğ etmek:
ulaştırmak, bildir-
mek.
Üstad-ı ezelî:
ezelî üstat, bütün
ilim ve bilgilerin, marifetlerin öğ-
reticisi, Hakîm-i Ezelî; Cenab-ı Hak.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vazife:
görev.
vech-i i’caz:
mu’cizelik yönü.
zatında:
kendinde, şahsında.
ahval:
hâller, durumlar.
beyan etmek:
anlatmak, açık-
lamak, bildirmek.
Cenab-ı Hak:
Allah; Hakkın ta
kendisi olan, şeref ve azamet
sahibi yüce Allah.
ciddiyet:
ciddîlik.
cihet:
yan, yön, taraf.
delâil-i nübüvvet:
Peygam-
ber Efendimizin (
ASM
) peygam-
berlik delilleri.
dellâl-ı vahdaniyet ve saadet:
Allah’ın birliğine ve mutluluğa
çağırıp ilân eden.
ehl-i hakikat:
gerçeği ve doğ-
ruyu bulup onun peşinden gi-
denler
emanet:
güvenilirlik.
etvar:
tavırlar; olaylar ve in-
sanlar karşısında takınılan hâl-
ler, tutumlar.
gayet:
çok, son derece.
hakkaniyet:
doğruluk, haktan
ve doğruluktan ayrılmama.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
Hâlık-ı kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
halk etmek:
yaratmak
icmaına:
toplamına.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir
ameli, başka bir karşılık bek-
lemeksizin, sırf Allah rızası için
yapma.
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin
ve şüphesiz olarak bilmek.
iman:
inanma, itikat, tasdik.
istinat etmek:
dayanmak.
kelâm:
söz, konuşma.
kemalât:
kemaller, olgunluk-
lar, mükemmellikler.
keşif:
Allah tarafından ilham
olunmasıyla gizli bir şeyin bu-