YeDİNCİ eSaS:
Hem o bürhan-ı hak ve sirac-ı haki-
kat, öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki, iki cihanın sa-
adetini temin edecek desatiri camidir. Ve cami olmakla
beraber, kâinatın hakaikını ve vezaifini ve Hâlık-ı kâ-
inat’ın esmasını ve sıfâtını, kemal-i hakkaniyetle beyan
etmiştir.
İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhit ve mü-
kemmeldir ve öyle bir surette kâinatı kendiyle beraber ta-
rif eder ki; onun mahiyetine dikkat eden elbette anlar ki;
o din, bu güzel kâinatı yapan zatın, o kâinatı kendiyle be-
raber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir.
nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife ya-
par, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme
alır; öyle de, din ve şeriat-i Muhammediyede (
AsM
) öyle
bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki, kâina-
tı halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve
o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu dini güzelce tan-
zim eden yine odur. evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu
nazm-ı ecmeli ister.
SekİZİNCİ eSaS:
İşte, mezkûr sıfatlarla muttasıf ve her
cihetle sarsılmaz kuvvetli istinat noktalarına dayanan Mu-
hammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i şahade-
te müteveccih olarak, âlem-i gayp namına, cin ve insin
başları üzerine ilân ederek, istikbalde gelecek asırlar ar-
kasında duran akvama ve milletlere hitap edip öyle bir ni-
da eder ki, umum cin ve inse, umum yerlere, umum asır-
lara işittiriyor. evet, işitiyoruz.
Mektubat | 329 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati, neden ibaret olduğu.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz Hz.
Muhammed.
muhit:
ihata eden, kuşatan, sa-
ran.
muttasıf:
sıfatlanan, kendisinde
bir hâl, bir sıfât bulunan.
münasip:
uygun, yakışır, lâyık.
müteveccih:
dönmüş, yönelmiş.
namına:
adına, hesabına.
nazm-ı ecmel:
en güzel düzen,
tertip.
nida etmek:
seslenmek, çağır-
mak.
nizam-ı ekmel:
en mükemmel ve
kusursuz düzen.
saadet:
mutluluk.
sıfât:
hâl, nitelik, vasıf.
sirac-ı hakikat:
hakikat, doğruluk
ışığı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümle-
rin hepsi.
şeriat-ı Muhammediye:
Hz Mu-
hammed’in getirdiği İlâhî emir ve
yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
tanzim etmek:
sıralamak, düzen-
lemek.
tarife:
bir şeyi gerektiği şekilde
anlatıp bildiren yazı.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tedbir etmek:
idare etmek, çekip
çevirmek.
temin etmek:
sağlamak, karşıla-
mak.
ulviyet:
yücelik, yükseklik.
umum:
bütün, tüm.
vasıf:
hâl, nitelik, hususiyet, özellik.
vezaif:
vazifeler, görevler.
Zat:
sonsuz büyüklük ve azamet
sahibi olan Allah.
akvam:
kavimler, milletler.
âlem-i gayp:
gayp âlemi; gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tara-
fından bilinen başka dünya-
lar.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz, şahit olduğumuz âlem,
kâinat.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
asır:
yüzyıl, çağ.
beyan etmek:
anlatmak, açık-
lamak, bildirmek.
beyanname:
yazılı açıklama.
bürhan-ı hak:
Hakkın bürha-
nı, Allah’ın varlığının delili.
cami:
toplayan, içine alan.
cihan:
dünya, âlem.
cihet:
yan, yön, taraf.
desatir:
düsturlar, prensipler.
esma:
isimler.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakkaniyet:
doğruluk, haktan
ve doğruluktan ayrılmama.
Hâlık-ı kâinat:
kâinatın ve
onun içindeki her şeyin yara-
tıcısı olan Allah.
halk:
yaratmak.
hitap etmek:
birine söz söy-
lemek, konuşmak.
ihata:
kuşatma, sarma.
ilân etmek:
açıklamak, her-
kese duyurmak.
ins:
insan, âdemoğlu.
istikbal:
gelecek zaman.
istinat:
dayanma, dayanak.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kemal-i hakkaniyet:
tam, mü-
kemmel ve kusursuz bir doğ-
ruluk.