Hem, kur’ân-ı Hakîm vahye istinat ediyor ve vahiydir.
Çünkü, kur’ân’ı nazil eden zat-ı zülcelâl, mu’cizat-ı Ah-
mediye (
AsM
) ile, kur’ân vahiy olduğunu gösterir, ispat
eder. Ve nazil olan kur’ân dahi, üstündeki i’caz ile gös-
terir ki, Arştan geliyor. Ve münzel-i aleyh olan resul-i ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâmın bidayet-i vahiydeki telâşı
ve nüzul-i vahiy vaktindeki vaziyet-i bîhuşu ve herkesten
ziyade kur’ân’a karşı ihlâs ve hürmeti gösteriyor ki, va-
hiy olup ezelden geliyor, ona misafir oluyor.
Hem o kur’ân, bilbedahe mahz-ı hidayettir. Çünkü
onun muhalifi, bilmüşahede, küfrün dalâletidir.
Hem, bizzarure, kur’ân envar-ı imaniyenin madenidir.
elbette envar-ı imaniyenin aksi zulümattır. Çok sözlerde
bunu kat’î olarak ispat etmişiz.
Hem kur’ân, bilyakîn, hakaikın mecmaıdır; hayalât ve
hurafat, içine giremez. teşkil ettiği hakikatli âlem-i İslâmi-
yet, izhar ettiği esaslı şeriat ve gösterdiği âlî kemalâtın şa-
hadetiyle, âlem-i gayba ait olan bahislerinde dahi, âlem-i
şahadetteki bahisleri gibi ayn-ı hakaik olduğunu ve içinde
hilâf bulunmadığını ispat eder.
Hem kur’ân, bilayan ve şüphesiz, saadet-i dâreyne isal
eder, beşeri ona sevk eder. kimin şüphesi varsa, bir de-
fa kur’ân’ı okusun ve dinlesin, ne diyor?
Hem, kur’ân’ın verdiği meyveler hem mükemmeldir,
hem hayattardır. öyle ise, kur’ân ağacının kökü hakikat-
tedir, hayattardır. Çünkü meyvenin hayatı, ağacın haya-
tına delâlet eder. İşte, bak, her asırda ne kadar asfiya ve
âlem-i gayp:
varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen,
görünmeyen başka dünyalar.
âlem-i İslâmiyet:
İslâm dünyası.
âlem-i şahadet:
şahadet âlemi,
gözle gördüğümüz âlem.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
âlî:
yüce, yüksek.
arş:
Allah’ın kudret ve saltanatı-
nın tecelli ettiği yer.
asfiya:
Peygamber Efendimizin vâ-
risi hükmünde olup onun meslek
ve gayelerini hayata geçirmeye
ve uygulamaya çalışan âlim zat-
lar.
asır:
çağ, yüzyıl.
ayn-ı hakaik:
gerçeklerin ta ken-
disi.
bahis:
konu; bir konu hakkında
söz söyleme, konuşma.
beşer:
insan, insanlık.
bidayet-i vahiy:
vahyin başlangı-
cı.
bilayan:
açıkça.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
bilmüşahede:
görür şekilde, gör-
me derecesinde.
bilyakîn:
delil ile şüphesiz ve te-
reddütsüz.
bizzarure:
ister istemez, zorunlu
olarak.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, sapıklık.
delâlet:
delil olma, gösterme.
envar-ı imaniye:
iman nurları.
ezel:
başlangıcı olmama.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hayalât:
hayaller.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hilâf:
ters, zıt; yalan.
hurafat:
hurafeler, aslı ve esası
olmayan inanışlar.
hürmet:
saygı.
i’caz:
mu’cizelik özelliği; taklidi
mümkün olmayacak derecede gü-
zel ve düzgün söz söyleme.
ihlâs:
samimiyet, bir işi, bir ameli,
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
isal etmek:
ulaştırmak, götürmek.
ispat:
doğruyu delillerle göstere-
rek ortaya koyma.
istinat etmek:
dayanmak.
izhar etmek:
ortaya çıkarmak,
göstermek.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kemalât:
mükemmellikler, fazi-
letler.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 322 | Mektubat
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, dinsizlik.
maden:
kaynak.
mahz-ı hidayet:
hakka giden
yolun aslı, yol göstericiliğin en
üstünü.
mecma:
toplanma yeri.
mu’cizat-ı ahmediye:
Hz Mu-
hammed’in mu’cizesi.
muhalif:
zıt, karşıt.
münzel-i aleyh:
kendisine Al-
lah tarafından indirilmiş.
nazil etmek:
indirmek.
nazil olmak:
indirilmek.
nüzul-i vahiy:
vahyin gelişi.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
saadet-i dâreyn:
iki cihan sa-
adeti, dünya ve ahiret mutlu-
luğu.
sevk etmek:
ulaştırmak.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
telâş:
endişe, kaygı.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek, oluşturmak.
vahiy:
bir fikrin, bir hakikatin
veya bir emrin Allah tarafın-
dan peygamberlere bildirilme-
si.
vakit:
zaman, an.
vaziyet-i bîhuş:
kendinden
geçme hâli.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük ve haşmet sahibi olan Zat,
Allah.
ziyade:
çok, fazla.
zulümat:
karanlıklar.