ebu süfyan dedi: “Ben korkarım, bir şey demeyece-
ğim. kimse olmasa da, şu Batha’nın taşları ona haber ve-
recek; o bilecek.”
Hakikaten, bir parça sonra resul-i ekrem Aleyhissalâ-
tü Vesselâm onlara rast geldi, harfiyen konuştuklarını söy-
ledi. o vakit Attab ile Haris şahadet getirdiler, Müslüman
oldular.
(1)
İşte, ey bîçare mülhit, peygamber Aleyhissalâtü Ves-
selâmı tanımayan kalpsiz adam! Bak, kureyş’in iki mu-
annit büyükleri, bir tek ihbar-ı gaybî ile imana geldiler. ne
kadar kalbin bozulmuş ki, manevî tevatürle, bu ihbar-ı
gaybî gibi binler mu’cizatı işitiyorsun, yine kanaat-i tam-
men gelmiyor! Her ne ise, sadede dönüyoruz.
• Hem, nakl-i sahih ile, gazve-i Bedir’de, Hazret-i Ab-
bas sahabelerin eline esir düştüğü vakitte, fidye-i necat
istenilmiş. o da demiş: “param yok.” Hazret-i resul-i ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: “zevcen
ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yerde bırak-
mışsın.” Hazret-i Abbas tasdik edip, “İkimizden başka
kimsenin bilmediği bir sır idi.” o vakit kemal-i imanı ka-
zanıp İslâm olmuş.
(2)
• Hem, nakl-i sahih kat’î ile, muzır bir sahir olan le-
bid-i Yahudi, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı ren-
cide etmek için acip ve müessir bir sihir yapmış. Bir tara-
ğa saçları sarmış, üstünde sihir yapmış, bir kuyuya atmış.
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Ali’ye
ve sahabelere ferman etmiş: “gidiniz, filân kuyuda bu çe-
şit sihir aletlerini bulup getiriniz.”
Mektubat | 187 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
Muhammed’in mensup olduğu
meşhur Arap kabilesi.
manevî tevatür:
bir topluluğa ait
olayın o topluluğa ait birisi tara-
fından nakledilmesi ve bu naklin
topluluğun diğer fertleri tarafın-
dan yalanlanmamış olması, söy-
leyenin doğruluğunun, diğerleri-
nin susması şeklinde tasdik edil-
miş olması.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muannit:
inatçı, inanmamakta di-
renen.
muzır:
zararlı.
müessir:
tesirli, etkili.
mülhit:
Allah’a ve dine inanma-
yan, dinsiz, imansız.
nakl-i sahih:
şüphe duyulmayan,
doğru, gerçek haber bildirilmesi.
rast gelmek:
karşılaşmak, rastla-
mak.
rencide etmek:
kırmak, gücen-
dirmek.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in mübarek yüzünü gör-
mekle şereflenen ve onun soh-
betlerine katılan mü’min kimse.
sahir:
sihir yapan, sihirbaz, büyü-
cü.
sihir:
büyü.
şahadet getirme:
Kelime-i Şaha-
det getirip İslâm dinine girme.
tasdik:
doğruluğunu kabul etme,
onaylama.
zevce:
nikâhlı kadın, karı, eş.
acip:
hayret veren, hayrette
bırakan.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
esir:
savaşta düşman eline dü-
şen kimse, tutsak, köle.
ferman:
emir, buyruk.
fidye-i necat:
kurtuluş bede-
li.
filân:
ismi belli olmayan, ve-
ya söylenmek istenmeyen özel
ismin yerini tutar.
gazve-i bedir:
Bedir savaşı.
hakikaten:
gerçekten.
harfiyen:
harfi harfine; hiçbir
değişiklik yapmadan, aynen.
ihbar-ı gaybî:
gayba ait ha-
ber, geçmiş veya gelecek za-
mana ait haber.
iman:
inanma, inanç, itikat.
kanaat-i tamme:
tam kana-
at; kesin şüphe edilmeyen dü-
şünce, fikir.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kemal-i iman:
tam ve mü-
kemmel bir iman.
kureyş:
kökü Hz. İbrahim’e
dayanan Peygamberimiz Hz.
1.
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5:75; Aliyyü’l-Karî, Şerhü'ş-Şifa, 1:750.
2.
Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 6:85; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 1:516.