gitmişler, aynen öyle bulup getirmişler. Her bir ipi açıl-
dıkça, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dahi rahat-
sızlığından hiffet buluyordu.
(1)
• Hem, nakl-i sahih ile, ebu Hüreyre ve Huzeyfe gibi
mühim zatlar bulunduğu bir heyette resul-i ekrem Aley-
hissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki:
(2)
m
ó o
Mo
G r
øp
e o
ºn
¶r
Yn
G p
QÉs
ædG ?p
a r
º o
c p
ón
Mn
G o
¢Sr
ôp
°V
diye, birinin irtida-
dıyla müthiş akıbetini haber vermiş.
ebu Hüreyre dedi: “o heyetten, ben bir adamla ikimiz
kaldık. Ben korktum. sonra öteki adam, Yemame Har-
binde Müseylime tarafında bulunup, mürtet olarak katle-
dildi.” İhbar-ı nebevînin hakikati çıktı.
• Hem, nakl-i sahih ile, Umeyr ve safvan Müslüman
olmadan evvel, mühim bir mala mukabil, peygamberin
(
AsM
) katline karar verip, Umeyr ise peygamberin (
AsM
)
katlini niyet ederek Medine’ye gelmiş. resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm Umeyr’i gördü, yanına çağırdı.
dedi: “safvan ile maceranız budur.” elini Umeyr’in göğ-
süne koydu; Umeyr “evet” dedi, Müslüman oldu.
(3)
daha bunlar gibi pek çok sahih ihbarat-ı gaybiye vuku
bulmuş. Meşhur kütüb-i sitte-i sahiha-i hadisiyede zikre-
dilmiştir ve senetleriyle beyan edilmiştir. Bu risalede
beyan edilen vakıatın ekseri, tevatür-i manevî hükmünde
kat’îdir, yakînîdirler. Başta
Buharî
ve
Müslim
–ki,
kur’ân’dan sonra en sahih kitap olduklarını ehl-i tahkik
akıbet:
son, sonuç.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıranlar,
hakikatleri delilleriyle bilen âlim-
ler.
ekser:
çoğunluk, en çok.
evvel:
önce.
ferman:
emir, buyruk.
hakikat:
gerçek, doğru, bir şeyin
aslı ve esası.
harp:
savaş.
hey’et:
topluluk, bir topluluğu
meydana getiren kişilerin bütü-
nü.
hiffet:
hafiflik.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihbarat-ı gaybiye:
gayp âlemin-
den haber vermeler, geçmiş ve
gelecek zamandan haber verme-
ler.
ihbar-ı Nebevî:
Peygamberimizin
haber vermesi.
irtidat:
İslâm dininden çıkma.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
katl:
öldürme.
kütüb-i Sitte-i sahiha-i hadisiye:
altı sahih hadis kitabı, Sahih-i Bu-
harî, Sahih-i Müslim, Sünen-i İbni
Mâce, Sünen-i Ebu Davud, Sünen-
i Tirmizî, ve Sünen- Neseî.
macera:
cereyan eden; olup bi-
ten, baştan geçen şey.
meşhur:
herkesin bildiği, ünlü.
mukabil:
karşılık olarak, karşılı-
ğında.
mühim:
önemli.
mürtet:
Müslüman olduğu hâlde
dinden dönen, dinden çıkan.
nakl-i sahih:
şüphe duyulmayan,
doğru, gerçek haber bildirilmesi.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme, kalbin bir şeye karar
vermesi.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sahih:
doğru, sağlam, güvenilir.
senet:
üzerine dayanılan şey, bir
hadis metninde, o metni rivayet
etmiş ravilerin, en son raviden
başlayarak Hz. Peygambere
varıncaya kadar uzanan isim-
ler zinciri.
tevatür-i manevî:
bir toplu-
luğa ait olayın o topluluğa da-
hil birisi tarafından nakledil-
mesi ve bu naklin topluluğun
diğer fertleri tarafından yalan-
lanmamış olması, söyleyenin
doğruluğunun, diğerlerinin sus-
ması şeklinde tasdik edilmiş
olması.
vakıat:
olaylar, hâdiseler.
vuku bulma:
meydana gel-
me.
yakîn:
hiçbir şekilde şüphe
edilmeyecek derecede kesin
olan bilgi.
zat:
şahıs, kişi, fert.
zikredilmek:
anılma, bildiril-
me.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 188 | Mektubat
1.
Sahih-iMüslim, 4:1720, hadis no: 2189; Sahih-iBuharî, 4:148; İbniMâce, hadis no: 3545.
2.
Cehennemde birinizin dişi Uhud Dağından daha büyük olacak. (Kadı İyaz, Şifa, 1:342; Aliy-
yü’l-Karî, Şerhü'ş-Şifa, 1:298.)
3
. Kadı İyaz, Şifa, 1:344; Aliyyü’l-Kàri, Şerhü'ş-Şifa, 1:342, 443; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 8:284,
286.