Yedinci Nükteli İşaret
Mu’cizat-ı nebeviyenin bereket-i taam hususunda olan
kısmından birkaç kat’î ve manen mütevatir misaline işa-
ret edeceğiz. Bahisten evvel bir Mukaddime zikri müna-
siptir.
MukaDDİMe
Şu gelecek bereketli mu’cizat misalleri, her biri müte-
addit tarikle, hatta bazıları on altı tarikle sahih bir surette
nakledilmiş. ekserîsi bir cemaat-i kesire huzurunda vuku
bulmuş; o cemaat içinde muteber ve sadık insanlar on-
lardan bahsedip nakletmişler. Meselâ, “sa' denilen dört
avuç taamdan yetmiş adam yemişler, tok olmuşlar” nak-
lediyor. o yetmiş adam onun sözünü işitiyor, tekzip et-
miyor. demek sükût ile tasdik ediyorlar. Hâlbuki, o asr-ı
sıdk ve hakikatte ve o hakperest ve ciddî ve doğru adam
olan sahabeler, zerre miktar yalanı görse red ve tekzip
ederler. Hâlbuki, bahsedeceğimiz vakıaları çoklar rivayet
etmiş ve ötekiler de sükût ile tasdik etmişler. demek, her
bir hâdise manen mütevatir gibi kat’îdir.
Hem, sahabeler, kur’ân’ın ve ayetlerin hıfzından son-
ra, en ziyade resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın
ef’al ve akvalinin muhafazasına, bahusus ahkâma ve
mu’cizata dair ahvaline bütün kuvvetleriyle çalıştıklarını
ve sıhhatlerine pek çok dikkat ettiklerini, tarih ve siyer şa-
hadet ediyor. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma
ahkâm:
hükümler, emirler.
ahval:
hâller, durumlar.
akval:
sözler, lâflar.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asr-ı sıdk ve hakikat:
doğruluk
ve gerçeklik asrı.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bahis:
bir konu hakkında söz söy-
leme, konuşma.
bahsetmek:
sözünü etmek; bir
konu hakkında konuşmak.
bahusus:
özellikle.
bereket:
bolluk, Allah vergisi.
bereket-i taam:
yiyeceklerle, ye-
meklerle ilgili bereket.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar.
cemaat-i kesîre:
büyük ve kala-
balık cemaat, topluluk.
ef’al:
fiiller, davranışlar.
ekserîsi:
çoğunluğu.
evvel:
önce.
hâdise:
olay.
hakperest:
haktan ve doğruluk-
tan ayrılmayan, hakkı ve doğru-
luğu ciddî seven.
hıfz:
ezberleme, koruma.
husus:
mevzu, konu.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kütüb-i ehadisiye:
hadis kitapla-
rı.
manen:
manevî olarak.
misal:
örnek, numune.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
Mu’cizat-ı Nebeviye:
Peygambe-
rimizin mu’cizeleri.
muhafaza:
korunma, koruma.
mukaddime:
başlangıç, giriş.
muteber:
itibar edilir, güvenilir.
münasip:
uygun, yerinde.
müteaddit:
birçok, çeşitli.
mütevatir:
yalan söylemekte bir-
leşmelerini aklın kabul etmeye-
ceği bir topluluğun verdiği haber,
böyle bir topluluğun senedin ba-
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 192 | Mektubat
şından sonuna kadar yine ken-
dileri gibi bir topluluktan riva-
yet ettikleri sahih hadis.
nakil:
aktarma, anlatma
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı, ancak dikkat edildiğinde
anlaşılan ince söz ve mana.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
rivayet etmek:
bir haberi, sö-
zü veya olayı nakletmek; ak-
tarmak.
sâ:
bin dirhemlik (yaklaşık 3200
gram) tahıl ve gıda ölçü biri-
mi.
sadık:
doğru sözlü.
Sahabe:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in mübarek yü-
zünü görmekle şereflenen ve
onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
sahih:
gerçek, doğru, sağlam.
sıhhat:
doğruluk; sözün yan-
lış ve eksik olmaması.
siyer:
Peygamberimizin hayat
tarihi; onun hayatının bütün
safhalarını anlatan ve vasıfla-
rını nakleden eserler.
suret:
şekil, biçim, tarz.
sükût:
susma, söz söyleme-
me.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
taam:
yemek, yiyecek.
tarik:
yol; hadisin geliş kanalı.
tasdik:
doğruluğunu kabul et-
me, onaylama.
tekzip:
yalanlama.
vakıa:
olay.
vuku:
olma, meydana gelme.
zerre miktar:
çok küçük, çok
az.
zikir:
anma, bildirme, söyle-
me.
ziyade:
çok, fazla.