belki bir derece ehl-i sekir ve istiğrakın ve ashab-ı şevk
ve aşkın meşrebi olduğunu diyorsun. öyle ise, muhtasa-
ran, sırr-ı veraset-i nübüvvetle ve kur’ân’ın sarahatiyle
gösterilen tevhidin yüksek mertebesi hangisidir? göster.
Elcevap:
Benim gibi, hiç ender hiç âciz bir bîçarenin
kısa fikriyle bu yüksek mertebeleri muhakeme etmek,
yüz derece haddimin fevkindedir. Yalnız, kur’ân-ı Ha-
kîm’in feyzinden gelen, gayet muhtasar bir-iki nükte söy-
leyeceğim. Belki bu meselede faydası olacak.
Bi r inc i Nokt a
: Vahdetülvücudun meşrebine ve sap-
lanmasına çok esbap var. onlardan bir-ikisi kısaca beyan
edilecek.
BirinciSebep
: Mertebe-i rububiyetin hallâkıyetini aza-
mî derecesinde zihinlere sığıştıramadıklarından ve sırr-ı
ehadiyetle, her şeyi bizzat kabza-i rububiyetinde tuttu-
ğunu ve her şey kudret ve ihtiyâr ve iradesi ile vücut bul-
duğunu kalplerine tam yerleştiremediklerinden, “Her
şey odur” veyahut “yoktur” veya “hayaldir” veya “teza-
hüriyetidir” veya “cilveleridir” diye kendilerini mecbur
bilmişler.
İkinciSebep
: Firakı hiç istemeyen ve firaktan şiddetle
kaçan ve ayrılıktan titreyen ve bu’diyetten cehennem
gibi korkan ve zevalden gayet derecede nefret eden ve
visali ruhu ve canı gibi seven ve kurbiyeti cennet gibi
hadsiz bir iştiyak ile arzulayan aşk sıfatı, her şeydeki
akrebiyet-i İlâhiyenin bir cilvesine yapışmakla, firak ve
bu’diyeti hiçe sayıp, lika ve visali daimî zannederek
Mektubat | 143 |
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
Hakkın bütün kâinata hükmeden
ezelî ve ebedî gücünü anlatan
kudsî sıfatı.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
kurbiyet:
yakınlık.
lika:
kavuşmak, buluşmak, gö-
rüşmek.
mecbur bilmek:
sorumlu bilmek,
yükümlü saymak.
mertebe:
derece, mevki, makam.
mertebe-i rububiyet:
terbiye
edicilik mertebesi, derecesi.
mesele:
konu.
meşrep:
âdet, yaratılış, ahlâk; ta-
kip edilen yol.
muhakeme etmek:
tartmak, de-
ğerlendirmek.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
muhtasaran:
kısa olarak, özetle.
nükte:
ince manalı söz.
sarahat:
açıklık.
sıfat:
nitelik, vasıf, özellik.
sırr-ı ehadiyet:
Allah’ın her şey-
deki Kendine ait birlik tecellisin-
deki sır, mana, kuvvet ve tesiri.
sırr-ı veraset-i Nübüvvet:
Pey-
gamber vârisliğinin, vekilliğinin
sırrı.
tevhit:
Allah’ın bir olduğuna ve
Ondan başka ilâh olmadığına
inanma.
tezahüriyet:
görüntü, belirti.
vahdetülvücut:
vücudun birliği;
varlığın tek olduğunu, her şeyin
bir olan Allah’ın değişik görünüş-
leri olduğuna inanma temeline
dayanan tasavvufî düşünce.
visal:
vasıl olma, kavuşma, ayrı-
lıktan kurtulma.
vücut:
varlık, var olma.
zannetmek:
sanmak, öyle oldu-
ğunu düşünmek.
zeval:
sona erme, yok olma.
âciz:
güçsüz.
akrebiyet-i İlâhiye:
Allah’a
olan yakınlık.
ashab-ı şevk:
şevk sahibi, is-
tek, sevinç ve hevesli kimse-
ler.
aşk:
şiddetli sevgi; Allah sev-
gisi; tasavvufta bir makam.
ashab-ı aşk:
tasavvufta aşk
makamına erişenler.
azamî:
en fazla, en çok.
beyan etme:
açıklama; izah
etme.
bîçare:
çaresiz.
bu’diyet:
uzaklık.
cilve:
güzel ve hoş bir biçim-
de görünme; iyi şekilde orta-
ya çıkma, akis, yansıma.
daimî:
devamlı.
ehl-i sekir:
İlâhî bir tecelli ile
kendinden geçme hâli.
esbap:
sebepler.
fevkinde:
üstünde, yüksek
derecede.
feyiz:
bereket; ilim bolluğu
manevî gıda.
firak:
ayrılık, hicran.
gayet:
çok, pek çok.
had:
derece, yetki, değer.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
hiç ender hiç:
hiç içinde hiç.
ihtiyâr:
irade, kendi isteğiyle
seçme ve hareket etme.
irade:
isteme, bir şeyi yap-
mak veya yapmamak için
olan iktidar, güç.
istiğrak:
Allah aşkıyla dünya-
yı unutup bütün bütün ken-
dinden geçmek.
iştiyak:
aşırı istek, ihtiyaç
duyma.
kabza-i rububiyet:
terbiye
edicilik avucu, eli.
kudret:
güç, takat; Cenab-ı