Vahdetülvücut meşrebine sebebiyet veren, aşkın en-
vaından en mühim sebep, aşk-ı dünyadır. Mecazî olan
aşk-ı dünya, aşk-ı hakikîye inkılâp ettiği zaman, vahdet-i
vücuda inkılâp eder.
nasıl ki, insandan şahsî bir mahbubu muhabbet-i me-
cazî ile sever. sonra zeval ve fenâsını kalbine yerleştir-
meyen bir âşık, mahbubuna aşk-ı hakikî ile bir beka ka-
zandırmak için, “Ma’bud ve Mahbub-i Hakikî’nin bir âyi-
ne-i cemalidir” diye kendini teselli eder, bir hakikate ya-
pışır.
öyle de, koca dünyayı ve kâinatı hey’et-i mecmuasıy-
la mahbup ittihaz eden, sonra o muhabbet-i acibe daimî
zeval ve firak kamçılarıyla muhabbet-i hakikîye inkılâp
ettiği vakit, o çok büyük mahbubunu zeval ve firaktan
kurtarmak için, vahdetülvücut meşrebine iltica eder.
eğer gayet yüksek ve kuvvetli iman sahibi ise, Muh-
yiddin-i Arabî’nin emsali gibi zatlara, zevkli, nuranî,
makbul bir mertebe olur. Yoksa vartalara düşmek,
maddiyata girmek, esbapta boğulmak ihtimali var. Vah-
det-i şuhut ise, o zararsızdır; ehl-i sahvın da, yüksek bir
meşrebidir.
(1)
o
¬n
YÉn
Ñp
q
Jp
G Én
ær
bo
Rr
QGn
h Év
?n
M s
?n
?r
G Én
fp
Qn
G s
ºo
¡
s
?dn
G
(2)
o
º«/
µ n
?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G = É n
æ n
à r
ªs
?n
Y Én
e s
’p
G BÉ n
æn
d n
ºr
?p
Y '
’ n
?n
fÉn
ërÑ°oS
Mektubat | 147 |
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
inkılâp:
köklü değişim, dönüşüm.
ittihaz etme:
kabul etme, kabul-
lenme, edinme.
kâinat:
var olan her şey, bütün
varlıklar, evren.
kamçılama:
etkinliğini arttırma,
hızlandırma.
Ma’bud:
kendisine ibadet olunan,
tapınılan, kulluk edilen Allah.
maddiyat:
maddî şeyler.
Mahbub-i Hakikî:
gerçek sevgili
olan Allah.
mahbup:
sevilen, muhabbet edi-
len.
makbul:
kabul edilmiş olan, ge-
çerli.
mecazî:
hakikî olmayan, (edebi-
yatta): hakikî manası ile değil de
istenileni hatırlatır bir kelime ile
konuşma.
mertebe:
derece, mevki, makam.
meşrep:
âdet, takip edilen usul,
yol.
muhabbet-i acibe:
hayrete düşü-
ren sevgi.
muhabbet-i hakikî:
gerçek sevgi.
muhabbet-i mecazî:
mecazî mu-
habbet, sevgi.
mühim:
önemli.
nuranî:
nurlu, ışık saçan.
sebebiyet:
sebep olma, vesile ol-
ma.
şahsî:
şahsa ait, kişiye özel.
teselli etmek:
avutmak, rahatlat-
mak.
vahdet-i şuhut:
kulun her şeyi
bir olarak görmesi, İlâhî tecellile-
rin belirmesi anında Allah’tan
başka bir şeyin görülmemesi hâ-
li.
vahdet-i vücut:
vücud-i İlâhînin
tekliği, birliği, her şeyde ve her
yerde Onun görülmesi.
vahdetülvücut:
vücudun birliği;
varlığın tek olduğunu, her şeyin
bir olan Allah’ın değişik görünüş-
leri olduğuna inanma temeline
dayanan tasavvufî düşünce
varta:
tehlike, uçurum, çukur yer.
zat:
şahıs, kişi.
zeval:
sona erme, yok olma.
aşk-ı dünya:
dünya ile ilgili
şeylere karşı gösterilen aşırı
sevgi.
aşk-ı hakikî:
gerçek aşk, İlâhî
aşk.
âyine-i cemal:
cemal âyinesi,
güzelliğin görünmesi.
beka:
varlığı devam ettirme,
sonsuzluk.
daimî:
devamlı.
ehl-i sahve:
aklı başında
olanlar, uyanık olanlar.
emsal:
misaller, denk ve ben-
zerler.
enva:
çeşitler, türler, cinsler.
esbap:
sebepler.
fenâ:
yokluk, yok olma.
firak:
ayrılık.
hakikat:
gerçek.
hey’et-i mecmua:
bir şeyin
ayrıntı ve parçalarına bakıl-
maksızın bütününün göster-
diği hâl ve manzara.
iltica etme:
sığınma.
iman:
inanç, itikat; Hz. Mu-
hammed’in tebliğ ettiği dinî
esasları kabul ve tasdik etme.
1.
Allah'ım, hakkı hak olarak göster ve ona uyma nimetini bize ihsan eyle.
2.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)