etvarı, sîret ve sureti, sıdkını ve ciddiyetini ispat eder. Hat-
ta meşhur ulema-i Benîisrailiyeden Abdullah ibni selâm
gibi pek çok zatlar, yalnız o zat-ı ekrem Aleyhissalâtü
Vesselâmın simasını görmekle, “Şu simada yalan yok; şu
yüzde hile olamaz”
(1)
diyerek imana gelmişler.
Çendan muhakkikîn-i ulema, delâil-i nübüvveti ve
mu’cizatı bin kadar demişler; fakat binler, belki yüz bin-
ler delâil-i nübüvvet vardır. Ve yüz binler yol ile yüz bin-
ler muhtelif fikirli adamlar, o zatın nübüvvetini tasdik et-
mişler. Yalnız kur’ân-ı Hakîm’de, kırk vech-i i’cazdan
başka, nübüvvet-i Ahmediyenin (
AsM
) bin bürhanını gös-
teriyor.
Hem madem nev-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüz
binler zat, nübüvvet dava edip mu’cize gösterenler gelip
geçmişler.
(2)
elbette umumun fevkinde bir kat’iyetle, nü-
büvvet-i Ahmediye (
AsM
) sabittir. Çünkü, İsa Aleyhisse-
lâm ve Mûsa Aleyhisselâm gibi umum resullere nebî de-
dirten ve risaletlerine medar olan delâil ve evsaf ve vazi-
yetler ve ümmetlerine karşı muameleler, resul-i ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâmda daha ekmel, daha cami bir su-
rette mevcuttur.
Madem hükm-i nübüvvetin illeti ve sebebi, zat-ı Ahme-
dîde (
AsM
) daha mükemmel mevcuttur; elbette hükm-i nü-
büvvet, umum enbiyadan daha vazıh bir kat’iyet ile ona
sabittir.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
bürhan:
delil.
cami:
pek çok manaları ve haki-
katleri içinde toplayan.
ciddiyet:
ciddîlik.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
delâil:
deliller.
delâil-i nübüvvet:
Peygamber
Efendimizin (
ASM
) peygamberlik de-
lilleri.
ekmel:
en mükemmel ve en ku-
sursuz.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
etvar:
tavırlar; olaylar ve insanlar
karşısında takınılan hâller, tutum-
lar.
evsaf:
vasıflar, sıfatlar, özellikler.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
hadis:
Hz. Muhammed’e ait söz,
emir, fiil veya Hz. Peygamberin
onayladığı başkasına ait söz, iş
veya davranış.
hile:
aldatma, desise.
hükm-i nübüvvet:
peygamberlik
hükmü.
illet:
sebep; bir şeye yol açan, bir
şeyi gerektiren durum.
imana gelmek:
inanmak, İslâm
dinini kabul etmek.
ispat:
doğruyu delil göstererek
meydana koyma.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
meşhur:
tanınmış, ünlü.
mevcut:
var.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
rika işler.
muamele:
davranış, davranma.
mu’cize:
peygamberler tarafından
ortaya konmuş olağanüstü hâl ve
hareketlerden her biri.
muhakkikîn-i ulema:
hakikatleri
tahkik eden, araştıran Müslüman
âlimler.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
nebî:
kendisine kitap indirilen pey-
gamber.
nev-i beşer:
insan türü, insanlık.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik.
nübüvvet-i ahmediye:
Peygam-
berimiz Hz. Muhammed’in pey-
gamberliği.
resul:
peygamber, elçi.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
risalet:
resullük, elçilik, pey-
gamberlik.
sabit:
doğruluğu ispatlanmış,
kanıtlanmış.
sıdk:
doğruluk.
sima:
yüz, çehre.
sîret:
ahlâk, karakter.
suret:
şekil, biçim, tarz; dış
görünüş.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
ulema-i benîisrailiye:
İsrailo-
ğullarının âlimleri, Yahudi bil-
ginleri.
umum:
bütün, herkes; tüm.
ümmet:
bir peygambere ina-
nıp onun yolundan gidenlerin
tamamı; bütün Müslümanlar.
vazıh:
açık, besbelli.
vaziyet:
durum, hâl.
vech-i i’caz:
mu’cizelik yönü.
zat:
şahıs, kişi, fert.
Zat-ı ekrem:
Allah’ın çok ikra-
mına mazhar olan Peygam-
berimiz Hz. Muhammed.
zat-ı ahmedî:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in zatı, kişili-
ği.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 156 | Mektubat
1.
Süyutî, Hasais, 1:473; Kadı İyaz, Şifa, 1:207,247; Mişkâtü’l-Mesabih, hadis no: 5870.
2.
Müsned, 5:266; İbnü'l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü'l-Meâd (tahkik: el-Arnavud), 1:43-44.