•
İ k i nc i k ı s ım
, sair delâil-i nübüvvettir. İkinci kısım
da iki kısımdır:
Biri
, nübüvvetinden sonra, fakat nübüvvetini tasdiken
zuhura gelen harikalardır.
İkincisi
, Asr-ı saadetinde mazhar olduğu harikalardır.
Şu ikinci kısım dahi, iki kısımdır:
Biri
, zatında, sîretinde, suretinde, ahlâkında, kemalin-
de zahir olan delâil-i nübüvvettir.
İkincisi
, afakî, haricî şeylerde mazhar olduğu mu’cizat-
tır. Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır:
Biri
manevî ve kur’ânîdir;
diğeri
maddî ve ekvanîdir.
Şu ikinci kısım dahi iki kısımdır:
Biri
, dava-i nübüvvet vaktinde, ehl-i küfrün inadını kır-
mak veyahut ehl-i imanın kuvvet-i imanını ziyadeleştir-
mek için zuhura gelen harikulâde mu’cizattır. Şakk-ı ka-
mer ve parmağından suyun akması ve az taamla çokları
doyurması ve hayvan ve ağaç ve taşın konuşması gibi yir-
mi nevi ve her bir nev’i manevî tevatür derecesinde ve
her bir nev’in de çok mükerrer efradı vardır.
İkincikısım
, istikbalde ihbar ettiği hâdiselerdir ki, Ce-
nab-ı Hakkın talimiyle o da haber vermiş, haber verdiği
gibi doğru çıkmıştır.
İşte biz de şu ahirki kısımdan başlayıp icmali bir fihris-
te göstereceğiz.
(HaşİYe)
HaşİYe:
Maatteessüf, niyet ettiğim gibi yazamadım. İhtiyarsız olarak
nasıl kalbe geldi, öyle yazıldı. Şu taksimattaki tertibi tamamıyla müraat
edemedim.
afakî:
zatı dışında kalan, dış dün-
yaya ait.
ahir:
son.
asr-ı Saadet:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in peygamber olarak
dünyada bulunduğu devre.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru, ger-
çek, hakkın ta kendisi olan Allah.
dava-i nübüvvet:
peygamberlik
davası; peygamber olduğunu ilân
etmek.
delâil-i nübüvvet:
Peygamber
Efendimizin (
ASM
) peygamberlik de-
lilleri.
efrat:
fertler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
ehl-i küfür:
inkâr edenler, kâfir-
ler.
ekvanî:
varlıklarla, yaratılmışlarla
ilgili.
fihrist:
bir kitapta bulunan şeyle-
ri sırayla gösteren liste.
hâdise:
olay.
haricî:
dışarıya ait, dışla ilgili.
harika:
her zaman rastlanmayan,
olağanüstü özellikler taşıyan.
harikulâde:
eşi ve benzeri olma-
yan, olağanüstü.
haşiye:
dip not, açıklayıcı yazı.
icmalî:
kısa, kısaca, topluca.
ihbar etmek:
haber vermek, bil-
dirmek.
ihtiyar:
irade, tercih, seçme.
istikbal:
gelecek zaman.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
fazilet.
kur’ânî:
Kur’ân’a ait, Kur’ân’la il-
gili.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
maatteessüf:
üzülerek belirteyim
ki, yazık ki.
maddî:
maddeyle ilgili.
manevî tevatür:
bir topluluğa ait
olayın o topluluğa ait birisi tara-
fından nakledilmesi ve bu naklin
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 158 | Mektubat
topluluğun diğer fertleri tara-
fından yalanlanmamış olması,
söyleyenin doğruluğunun, di-
ğerlerinin susması şeklinde
tasdik edilmiş olması.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar olmak:
erişmek, ulaş-
mak; bir şeyin ortaya çıktığı,
göründüğü yer olmak.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-
ri büyük harika işler.
mükerrer:
tekrarlanmış.
müraat etme:
riayet etme,
gözetme, uyma.
nev:
tür, çeşit, cins.
niyet:
bir şeyi yapmayı önce-
den düşünme.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik.
sair:
diğer.
sîret:
ahlâk, karakter.
suret:
şekil, dış görünüş, yüz.
şakk-ı kamer:
ayın ikiye bö-
lünmesi; Hz. Muhammed’in Ce-
nab-ı Hakkın izniyle, bir par-
mak işaretiyle ayı ikiye böl-
mesi suretiyle gösterdiği bü-
yük mu’cize.
taam:
yemek, yiyecek.
taksimat:
kısımlara ayırma.
talim:
öğretme, bilgi kazan-
dırma.
tasdiken:
tasdik için, doğrula-
mak için.
tertip:
dizme, sıralama, düze-
ne koyma.
zahir olan:
görünen.
zat:
şahıs, kişi.
ziyadeleştirmek:
arttırmak,
fazlalaştırmak.
zuhura gelme:
görünme, mey-
dana gelme, ortaya çıkma.