Hâlbuki, o zat-ı mübareğin şahs-ı manevîsi ve mahiyet-i
kudsiyesi o derece yüksek ve nuranîdir ki, siyer ve tarih-
te beyan olunan evsaf, o bâlâ kamete uygun gelmiyor, o
yüksek kıymete muvafık düşmüyor.
Çünkü,
(1)
p
?p
YÉn
Ør
dÉn
c o
Ön
Ñ° s
ùdn
G
sırrınca, her gün, hatta şimdi
de bütün ümmetinin ibadetleri kadar bir azîm ibadet sa-
hife-i kemalâtına ilâve oluyor. nihayetsiz rahmet-i İlâhi-
yeye, nihayetsiz bir surette, nihayetsiz bir istidat ile maz-
har olduğu gibi, her gün hadsiz ümmetinin hadsiz duası-
na mazhar oluyor.
Ve şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve
Hâlık-ı kâinat’ın tercümanı ve sevgilisi olan o zat-ı mü-
bareğin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-i kemalâtı, siyer ve
tarihe geçen beşerî ahval ve etvara sığışmaz.
Meselâ, Hazret-i Cebrail ve Mikâil iki muhafız yaver
hükmünde gazve-i Bedir’de yanında bulunan bir zat-ı mü-
barek,
(2)
çarşı içinde bedevî bir Arapla at mübayaasında
münazaa etmek, bir tek şahit olan Huzeyfe’yi şahit gös-
termekle
(3)
görünen etvarı içinde sığışmaz.
İşte, yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeri-
yeti itibarıyla işitilen evsaf-ı adiye içinde, başını kaldırıp
hakikî mahiyetine ve mertebe-i risalette durmuş nuranî
şahsiyet-i maneviyesine bakmak lâzımdır. Yoksa, ya hür-
metsizlik eder veya şüpheye düşer. Şu sırrı izah için şu
temsili dinle:
Mektubat | 167 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
onun içinde olan her şeyin yaratı-
cısı olan Allah.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
hürmet:
saygı.
ilâve:
ek.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
itibarıyla:
bakımından.
izah:
açıklama.
kâinat:
yaratılmış şeylerin tama-
mı, bütün âlemler, varlıklar.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ha-
kikati; nitelik, özellik.
mahiyet-i beşeriyet:
insanlık ma-
hiyeti, özelliği.
mahiyet-i kudsiye:
kudsî mahi-
yet, mukaddes özellik.
mazhar olma:
nail olma, erişme,
kavuşma.
mertebe-i risalet:
peygamberlik
mertebesi, derecesi.
muhafız:
koruyan, muhafaza eden.
muvafık:
uygun, yerinde, müna-
sip.
mübayaa:
satın alma.
münazaa:
münakaşa, çekişme.
netice:
sonuç, son.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nuranî:
nurlu, parlak.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın rahme-
ti; Allah’ın acıması, merhamet et-
mesi ve şefkat göstermesi.
sahife-i kemalât:
mükemmellik-
ler sayfası.
sır:
gizli hakikat, insanın aklının
yetişemediği İlâhî hikmet.
siyer:
Peygamberimizin hayat ta-
rihi; onun hayatının bütün safha-
larını anlatan ve vasıflarını nakle-
den eserler.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs; belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten,
topluluktan meydana gelen ma-
nevî şahıs.
şahsiyet-i maneviye:
manevî şah-
siyet, manevî kişilik.
tamam-ı mahiyet:
mahiyetinin
tamamı, bütün özellikleri.
temsil:
benzetme, örnek.
tercüman:
tercüme eden, çevi-
ren.
ümmet:
Hz Peygambere inanıp
onun yolundan gidenler, Müslü-
manlar.
yaver:
yardımcı.
zat-ı mübarek:
mübarek zat, ha-
yırlı kişi.
ahval:
hâller.
azîm:
büyük.
bâlâ kamet:
yüksek, yüce şah-
siyet.
bedevî:
göçebe, çölde yaşa-
yan.
beşerî:
insanla ilgili, insana ait.
beyan:
anlatma, açıklama.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
etvar:
tavırlar; olaylar ve in-
sanlar karşısında takınılan hâl-
ler, tutumlar.
evsaf:
vasıflar, sıfatlar, özel-
likler.
evsaf-ı adiye:
normal vasıf-
lar, sıradan, özellikler.
Gazve-i bedir:
Bedir Savaşı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat-i kemalât:
olgunluk-
ların, mükemmelliklerin ger-
çeği, esası.
hakikî:
gerçek, aslına uygun,
gerçek olan.
Hâlık-ı kâinat:
kâinatın ve
1.
Bir işe sebep olan onu işleyen gibidir.
2.
Buharî, Megazi: 11; Ahmedü'l-Benna es-Sa'atî, Fethu'r-Rabbanî, 21:26.
3.
EbuDavud, hadis no: 3607; Müsned, 5:215; Heysemî,Mecmaü’z-Zevaid, 9:320; Hâkim, Müs-
tedrek, 2:17.