Mektubat - page 174

istidadına göre camia-i İslâmiyet’in kesretli ve muhtelif va-
zifelerinden bir vazifeyi omzuna aldı, kemal-i ciddiyetle
çalıştı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeri-
atın muhafazasına, bir kısmı hakaik-ı imaniyenin muha-
fazasına, bir kısmı kur’ân’ın muhafazasına çalıştı ve ha-
keza, her bir taife bir hizmete girdi. Vezaif-i İslâmiyet’te
hummalı bir surette sa’y ettiler. Muhtelif renklerde çok
çiçekler açıldı. pek geniş olan âlem-i İslâmiyet’in aktârı-
na, o fırtına ile tohumlar atıldı; yarı yeri gülistana çevirdi.
Fakat, maatteessüf, o güller ve gülistan içinde, ehl-i bid’a
fırkalarının dikenleri dahi çıktı.
güya dest-i kudret, celâl ile o asrı çalkaladı, şiddetle
tahrik edip çevirdi, ehl-i himmeti gayrete getirip elektrik-
lendirdi. o hareketten gelen bir kuvve-i anilmerkeziye ile,
pek çok münevver müçtehitleri ve nuranî muhaddisleri,
kudsî hafızları, asfiyaları, aktapları âlem-i İslâm’ın aktârı-
na uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâm’ı
heyecana getirip, kur’ân’ın hazinelerinden istifade için
gözlerini açtırdı. Şimdi sadede geliyoruz.
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, umur-i gaybi-
yeden, haber verdiği gibi doğru vukua gelen işler binler-
dir, pek çoktur. Biz yalnız cüz’î birkaç misaline işaret ede-
ceğiz:
İşte, başta
Buharî
ve
Müslim
, sıhhatle meşhur kütüb-i
sitte-i Hadisiye sahipleri, beyan edeceğimiz haberlerin
çoğunda müttefik ve o haberlerin çoğu manen müteva-
tir; ve bir kısmı dahi, ehl-i tahkik onların sıhhatine ittifak
etmesiyle, mütevatir gibi kat’î denilebilir.
aktap:
kutuplar; belli bir yer veya
memleketteki evliyanın başı olan
en büyük velî.
aktâr:
taraflar, her taraf, her yer.
âlem-i İslâm:
İslâm dünyası.
âlem-i İslâmiyet:
İslâm dünyası.
aleyhissalâtü Vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
asfiya:
safiyet, kemalât ve takva
sahibi olan; Hz. Peygamberin vâri-
si hükmünde, onun meslek ve ga-
yelerini hayata geçirmeye ve uy-
gulamaya çalışan zatlar.
asır:
yüz yıl, çağ.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
camia-i İslâmiyet:
İslâm toplulu-
ğu, Müslümanlar.
celâl:
nihayet derecede büyük-
lük, ululuk ve azamet; sertlik, hı-
şımlılık.
cüz’î:
küçük, pek az.
dest-i kudret:
Allah'ın kudret eli.
ehl-i bid’a:
dinin aslında olmadığı
hâlde, sonradan çıkarılan şeyleri
dine mal etmeye çalışanlar.
ehl-i himmet:
himmet ve gayret
sahipleri.
ehl-i İslâm:
Müslümanlar.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıranlar,
hakikatleri delilleriyle bilen âlim-
ler.
fırka:
insan topluluğu, grup, ce-
maat.
gayret:
çalışma, çabalama.
güya:
sanki.
gülistan:
gül bahçesi.
hadis:
Hz. Muhammed’e ait söz,
emir, fiil veya Hz. Peygamberin
onayladığı başkasına ait söz iş ve-
ya davranış.
hafız:
Kur’ân-ı Kerîm’i tamamen
ezberleyen ve okuyan kişi; çok
sayıda hadis ezberlemiş olan kim-
se.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hicret:
göç.
hummalı:
hararetli ve hareketli.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
ittifak:
birleşme; fikir ve söz birli-
ği etme.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kemal-i ciddiyet:
tam bir ciddîlik.
kesretli:
pek çok.
kudsî:
mukaddes, aziz.
kuvve-i anilmerkeziye:
merkezi
güç, kuvvet; merkez kaç kuvveti.
kütüb-i Sitte-i hadisiye:
hadise
dair altı kitap.
maatteessüf:
ne yazık ki.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 174 | Mektubat
manen:
manevî yönden.
misal:
örnek, numune.
muhaddis:
hadis ilmiyle uğ-
raşan, hadis âlimi.
muhafaza:
koruma.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
müçtehit:
içtihat eden; ayet
ve hadisler başta olmak üze-
re diğer dini delillerden hü-
küm çıkaran büyük İslâm
âlemleri
münevver:
nurlanmış, aydın-
lanmış.
mütevatir:
yalan söylemekte
birleşmelerini aklın kabul et-
meyeceği bir topluluğun ver-
diği haber ve rivayet ettikleri
sahih hadis.
müttefik:
ittifak etmiş, birleş-
miş, anlaşmış.
nuranî:
nurlu, parlak.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
sa’y etmek:
çalışmak.
sıhhat:
doğruluk, sağlamlık.
suret:
şekil, biçim, tarz.
şark:
doğu.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tahrik etmek:
harekete ge-
çirmek, hareket ettirmek.
taife:
topluluk, grup.
umur-i gaybiye:
gaybî işler;
Allah ve onun bildirdiği kişiler
dışında hiç kimsenin bilmedi-
ği işler.
vazife:
görev, iş.
vezaif-i İslâmiyet:
İslâmiyet-
le ilgili vazifeler, görevler.
vukua gelme:
meydana gel-
me, ortaya çıkma.
1...,164,165,166,167,168,169,170,171,172,173 175,176,177,178,179,180,181,182,183,184,...1086
Powered by FlippingBook