hüccetli ve sadık ehl-i hadisin bir nevi icmaını irae eder
ve o senette dahil olan ehl-i tahkikin bir nevi ittifakını gös-
terir. güya o senette, o an’anede dâhil olan her bir imam,
her bir allâme, o hadisin hükmünü imza ediyor, sıhhati-
ne dair mührünü basıyor.
Su a l
: neden hâdisat-ı i’caziye, sair zarurî ahkâm-ı
şer’iye gibi tevatür suretinde, pek çok tariklerle, çok
ehemmiyetli nakledilmemiş?
El ce vap
: Çünkü ekser ahkâm-ı şer’iyeye, ekser nâs,
ekser evkatta muhtaçtır. Farz-ı ayn gibi, o ahkâmın her
şahsa alâkası var. Amma mu’cizat ise, herkesin her bir
mu’cizeye ihtiyacı yok. eğer ihtiyaç olsa da, bir defa işit-
mek kâfi gelir. Âdeta farz-ı kifaye gibi, bir kısım insanlar
onları bilse yeter.
İşte bunun içindir ki, bazı olur, bir mu’cizenin vücudu
ve tahakkuku, bir hükmün vücudundan on derece daha
kat’î olduğu hâlde, onun ravisi bir iki olur, hükmün ravi-
si on yirmi olur.
•
DÖRDÜNCÜ eSaS:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâmın istikbalden haber verdiği bazı hâdiseler, cüz’î bi-
rer hâdise değil; belki tekerrür eden birer hâdise-i külliye-
yi cüz’î bir surette haber verir. Hâlbuki, o hâdisenin mü-
teaddit vecihleri var. Her defa bir vechini beyan eder.
sonra ravi-i hadis, o vecihleri birleştirir. Hilâf-ı vaki gibi
görünür.
ahkâm:
hükümler, emirler.
ahkâm-ı şer’iye:
şer’î hükümler,
şeriatın esas ve kanunları.
alâka:
ilgi.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
allâme:
büyük bilgin, ilmi seviye-
si çok yüksek olan âlim.
an’ane:
hadis naklinin rivayet zin-
cirlemesi.
beyan etmek:
bildirmek, açıkla-
mak, izah etmek.
cüz’î:
az, pek az.
dâhil olma:
içinde olma, katılma.
dair:
ait, ilgili.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i hadis:
kendini hadis ilmine
vermiş olanlar.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıranlar,
hakikatleri delilleriyle bilen âlim-
ler.
ekser:
pek çok.
evkat:
vakitler, zamanlar.
farz-ı ayn:
teker teker, her yü-
kümlü Müslümanın yerine getir-
mek zorunda olduğu farz.
farz-ı kifaye:
bir kısım Müslüman-
ların yerine getirmesiyle, diğerle-
rinin üzerinden kalkan farzlar. (Ce-
naze namazı gibi)
güya:
sanki.
hadis:
Hz. Muhammed’e ait söz,
emir, fiil veya Hz. Peygamberin
onayladığı başkasına ait söz iş ve-
ya davranış.
hâdisat-ı i’caziye:
mu’cizeli olay-
lar.
hâdise:
olay.
hâdise-i külliye:
umumî olan, her-
kesi ilgilendiren hâdise.
hilâf-ı vaki:
gerçeğe aykırı.
hüccet:
delil.
hüküm:
karar, emir.
icma:
fikir birliği.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve ge-
niş bilgi sahibi olan âlim.
irae etmek:
göstermek.
istikbal:
gelecek zaman.
ittifak:
birleşme; fikir birliği, söz
birliği.
kâfi:
yeterli.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
mu’cizat:
mu’cizeler; Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük ha-
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 164 | Mektubat
rika işler.
mu’cize:
peygamberler tara-
fından ortaya konmuş olağa-
nüstü hâl ve hareketlerden
her biri.
müteaddit:
birçok, çeşitli, bir-
den fazla.
nakletmek:
aktarmak, anlat-
mak, söylemek.
nâs:
insanlar.
nev:
tür, çeşit.
ravi:
rivayet eden; hadis veya
haberi başkalarına aktaran
kimse; Hz. Peygamberden işit-
tiği hadisi başkalarına aktaran
kimse.
ravi-i hadis:
hadisin ravisi; ha-
disi rivayet eden, aktaran.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
sadık:
doğru söyleyen.
sair:
diğer, başka, öteki.
senet:
kuvvetli delil olabile-
cek söz; bir hadis metninde, o
metni rivayet etmiş ravilerin,
en son raviden başlayarak Hz.
Peygambere varıncaya kadar
uzanan isimler zinciri.
sıhhat:
sahihlik, doğruluk, ger-
çeklik.
sual:
soru.
suret:
şekil, biçim, tarz.
tahakkuk:
gerçekleşme, mey-
dana gelme, olma.
tarik:
yol; hadisin geliş kanalı.
tekerrür etmek:
tekrarlan-
mak.
tevatür:
bir hadis-i şerifin, ya-
lan söylemelerini aklın kabul-
lenemeyeceği bir topluluk ta-
rafından rivayet edilmesi.
vecih:
yüz, yön, taraf.
vücut:
varlık, var oluş.
zarurî:
mecburî, zorunlu.