Mektubat - page 172

hürmetli bir kuvvet lâzım idi ki, dayanabilsin. evet, dayan-
dı. resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın haber verdi-
ği gibi, “Ben kur’ân’ın tenzili için harp ettim; sen de te-
vili için harp edeceksin.”
(1)
Hem, eğer Hazret-i Ali (
rA
) olmasaydı, dünya saltana-
tı, mülûk-i emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muh-
temeldi. Hâlbuki, karşılarında Hazret-i Ali (
rA
) ve Âl-i
Beyti gördükleri için, onlara karşı muvazeneye gelmek ve
ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için, is-
ter istemez, emeviye devleti reislerinin umumu, kendile-
ri olmasa da, herhâlde teşvik ve tasvipleriyle, etbaları ve
taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-ı İslâmiyeyi ve ha-
kaik-ı imaniyeyi ve ahkâm-ı kur’âniyeyi muhafazaya ve
neşre çalıştılar. Yüz binlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve
muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler.
eğer karşılarında Âl-i Beytin gayet kuvvetli velâyet ve di-
yanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve emevîlerin
ahirlerindeki gibi, bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen
muhtemeldi.
Eğe r de n i l se
: “neden hilâfet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i
nebevîde takarrür etmedi? Hâlbuki en ziyade lâyık ve
müstahak onlardı.”
Elcevap
: saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise,
hakaik-ı İslâmiyeyi ve ahkâm-ı kur’âniyeyi muhafazaya
memur idiler. Hilâfet ve saltanata geçen, ya nebî gibi ma-
sum olmalı, veyahut Hulefa-i raşidîn ve ömer bin Abdü-
laziz-i emevî ve Mehdî-i Abbasî gibi harikulâde bir
ahir:
son.
ahkâm-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın hü-
kümleri.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
Âl-i beyt:
Hz. Muhammed’in aile-
sinden olan, neslinden gelenler.
Âl-i beyt-i Nebevî:
Peygamberi-
mizin ailesi ve soyundan gelenler.
asfiya:
safiyet, kemalât ve takva
sahibi olan; Hz. Peygamberin vâri-
si hükmünde, onun meslek ve ga-
yelerini hayata geçirmeye ve uy-
gulamaya çalışan zatlar.
çığırdan çıkmak:
düzeltilmesi zor
bir durum almak; doğru gitişi boz-
mak.
diyanet:
dindarlık.
ehl-i İslâm:
Müslümanlar, İslâm
toplumu.
etba:
tâbi olanlar, uyanlar.
evliya:
velîler, Allah dostları.
hakaik-ı imaniye:
İmana ait ha-
kikatler, gerçekler.
hakaik-ı İslâmiye:
İslâmiyetle il-
gili hakikatler, gerçekler.
harp:
savaş.
harikulâde:
eşi ve benzeri olma-
yan, olağanüstü.
hilâfet:
halifelik; Peygamberimi-
zin vekili olarak din ve dünya iş-
lerinde umumî reislik.
hilâfet-i İslâmiye:
İslâm halifeliği.
Hulefa-i Raşidîn:
dört büyük ha-
life.
hürmet:
haysiyet, şeref.
kaviyyen:
kuvvetle.
kemalât:
faziletler, iyilikler, ahlâk
ve huy güzellikleri.
lâzım:
gerek, gerekli.
masum:
günahı, suçu olmayan.
mevki:
yer, makam; durum.
muhaddisîn-i kâmilîn:
hadisleri
nakleden kâmil, olgun insanlar.
muhafaza:
koruma.
muhtemel:
ihtimal dahilinde olan,
olması mümkün.
muvazene:
denge.
müçtehidîn-i muhakkikîn:
haki-
katleri araştıran, ayet ve hadisler
başta olmak üzere diğer dini de-
lillerden hüküm çıkaran büyük İs-
lâm âlimleri.
mülûk-i emeviye:
Emevî dev-
let başkanları.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
nazarında:
görüşünde, gözün-
de.
nebî:
haberci, Allah’ın elçisi,
peygamber.
neşir:
yayma, dağıtma, her-
kese duyurma.
reis:
başkan, amir, bir toplu-
luğun en üst idarecisi.
Resul-i ekrem:
çok cömert,
kerim ve Allah’ın insanlara bir
elçisi olan Hz. Muhammed.
saltanat:
sultanlık, hükümdar-
lık; devlet, hükümet.
saltanat-ı dünyeviye:
dünya
saltanatı.
takarrür etme:
karar bulma,
yerleşme.
tasvip:
uygun bulma.
tenzil:
Kur’ân-ı Kerîm’in vahiy
yoluyla Peygamberimize ya-
vaş yavaş indirilmesi.
teşvik:
şevklendirme, istek-
lendirme, cesaret verme.
tevil:
yorumlama, yorum.
umum:
bütün, genel.
velâyet:
velîlik, Allah dostlu-
ğu.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
| 172 | Mektubat
1.
Aclûnî, Kenzü’l-Ummal, hadis no: 32968; Tirmizî, hadis no: 3715, 5:635; Heysemî, Mecmaü’z-
Zevaid, 6:244.
1...,162,163,164,165,166,167,168,169,170,171 173,174,175,176,177,178,179,180,181,182,...1086
Powered by FlippingBook