hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hür-
metsizlik edecek veya nefs-i emmaresi inanmayacak.
Beşinci Nükteli İşaret
Umur-i gaybiyeye dair hadislerin birkaç misalini zikre-
deriz:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nakl-i sahih ile
ve mütevatir bir derecede bize vasıl olmuş ki, minber üs-
tünde, cemaat-i sahabe içinde ferman etmiş ki:
(1)
p
ør
«n
àn
ª«/
¶n
Y p
ør
«n
à n
Ä p
a n
ør
«n
H /
¬p
H *G o
í p
?° r
üo
«°n
S l
ópq
«°n
S Gn
ò'
g l
ø°n
ùn
M »/
ær
Hp
G
İşte, kırk sene sonra İslâm’ın en büyük iki ordusu kar-
şı karşıya geldiği vakit, Hazret-i Hasan radıyallahü Anh,
Hazret-i Muaviye (
rA
) ile musalâha edip, cedd-i emcedi-
nin mu’cize-i gaybiyesini tasdik etmiştir.
İkincisi
: nakl-i sahih ile, Hazret-i Ali’ye (
rA
) demiş:
(2)
n
Ú/
bp
QÉn
Ÿr
Gn
h n
Ú/
£p
°SÉn
?r
dGn
h n
Ú/
ã`p
cÉs
ædG o
?p
JÉn
?o
à°n
S
Hem Vak’a-i Ce-
mel, hem Vak’a-i sıffin, hem Vak’a-i Havariç hâdiseleri-
ni haber vermiş.
• Hem Hazret-i Ali (
rA
) Hazret-i zübeyir ile seviştiği
bir zaman dedi: “Bu sana karşı muharebe edecek, fakat
haksızdır.”
(3)
Mektubat | 169 |
o
n
d
okuzuncu
m
ekTup
na ait söz iş veya davranış.
hâdise:
olay.
hak:
doğru, gerçek.
hürmet:
saygı.
minber:
camide hatibin hutbe
okuduğu merdivenli kürsü.
misal:
örnek, numune.
mu’cize-i gaybiye:
gayba ait mu’ci-
ze; zamanı gelince ortaya çıkan
ve gaybî olarak haber verilen
mu’cize.
muharebe:
harp, savaş.
musalâha:
barış, sulh.
mütevatir:
yalan söylemekte bir-
leşmelerini aklın kabul etmeye-
ceği bir topluluğun verdiği haber,
böyle bir topluluğun senedin ba-
şından sonuna kadar yine kendi-
leri gibi bir topluluktan rivayet et-
tikleri sahih hadis.
nakl-i sahih:
şüphe duyulmayan,
doğru, gerçek haber bildirilmesi.
nefs-i emmare:
kötülüğü emre-
den nefis.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Hz. Muhammed.
seyyid:
efendi, reis, ileri gelen.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
umur-i gaybiye:
gaybî işler; Allah
ve onun bildirdiği kişiler dışında
hiç kimsenin bilmediği işler.
Vak’a-i Cemel:
Cemel Vak’ası, ola-
yı.
Vak’a-i Havariç:
Haricîler Vak’ası,
savaşı.
Vak’a-i Sıffin:
Sıffin Vak’ası, olayı.
vasıl olma:
ulaşma.
vasıta:
aracılık, aracı.
zikretmek:
anmak, bildirmek, söy-
lemek.
ahit:
anlaşma, söz verme, söz-
leşme.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
cedd-i emced:
en büyük cet,
dede.
cemaat-i Sahabe:
Sahabeler
cemaati, topluluğu.
dair:
ait, ilgili.
ferman:
buyurma, haber ver-
me, bildirme.
hadis:
Hz. Muhammed’e ait
söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
1.
Bu benim oğlum Hasan, Seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla iki büyük grubun arasını düzelte-
cektir. (Buharî, Sulh: 244, Alâmetü’n-Nübüvve: 249.)
2.
Sen ahitlerinden dönenler, haktan sapanlar ve hak dinden ayrılanlarla savaşacaksın.
(Heysemî,Mecmaü’z-Zevaid, 7:238; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:412, 414; Hâkim, Müsted-
rek, 3:139, 140.)
3.
Hâkim, Müstedrek, 3:366, 367; Heysemî, Mecmaü’z-Zevaid, 7:235; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüv-
ve: 6: 412.