tasavvur edilir. Hem daire-i askeriyeye ait ahval ve mu-
amelâtını, yine farazî bir tarzda, o memurin-i adliye için-
de itibar edip, gayr-i hakikî bir daire-i askeriye itibar edi-
lir ve hakeza… İşte, şu hâlde, padişahın hakikî ismi ve
hakikî hâkimiyeti, hâkim-i âdil ismidir ve adliyedeki hâki-
miyettir. Halife, kumandan-ı azam, sultan gibi isimleri
hakikî değiller, itibarîdirler. Hâlbuki, padişahlık mahiyeti
ve saltanat hakikati, bütün isimleri hakikî olarak iktiza
eder. Hakikî isimler ise, hakikî daireleri istiyor ve iktiza
ediyorlar.
İşte, saltanat-ı ulûhiyet,
Rahman,Rezzak,Vehhâb,
Hallâk,Fa’al,Kerîm,Rahîm
gibi pek çok esma-i mukad-
deseyi hakikî olarak iktiza ediyor. o hakikî esma dahi,
hakikî âyineleri iktiza ediyorlar.
Şimdi, ehl-i vahdetülvücut madem
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒ o
Lr
ƒ n
e n
B’
der, hakaik-ı eşyayı hayal derecesine indirir. Cenab-ı
Hakkın
Vacibü’l-Vücud
ve
Mevcud
ve
Vahid
ve
Ehad
isimlerinin hakikî cilveleri ve daireleri var. Belki âyinele-
ri, daireleri hakikî olmazsa, hayalî, ademî dahi olsa, on-
lara zarar etmez. Belki vücud-i hakikînin âyinesinde vü-
cut rengi olmazsa, daha ziyade safî ve parlak olur. Fakat
Rahman
,
Rezzak,Kahhar,Cebbar,Hallâk
gibi isimleri
ise, tecellileri hakikî olmuyor, itibarî oluyor. Hâlbuki, o
esmalar,
Mevcud
ismi gibi hakikattirler, gölge olamazlar;
aslîdirler, tebeî olamazlar.
ademî:
yokluğa ait.
adliye:
mahkeme, yargı.
ahval:
hâller, durumlar.
aslî:
esas teşkil eden, temelli.
âyine:
ayna.
Cebbar:
güçlü ve kudretli, yarat-
tıklarını istediği emir ve yasağına
zorlayan Allah.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cilve:
tecelli, görünme, yansıma.
daire:
saha, alan.
daire-i askeriye:
askerlik dairesi.
ehad:
her bir varlık üzerinde birli-
ğinin izleri görünen bir olan ve
zatı tek olan Allah.
ehl-i vahdetülvücut:
varlığın tek
olduğunu kabul eden tasavvufî
görüşü benimseyenler.
esma:
isimler.
esma-i mukaddese:
mukaddes
isimler; her türlü kusur ve eksik-
likten uzak, yüce isimler.
Fa’al:
her şeyi yaratan, yaratma
fiili kesintisiz devam eden Allah.
farazî:
farz etme, varsayım esası-
na dayanan.
gayr-i hakikî:
gerçek olmayan.
hakaik-ı eşya:
varlıkların gerçek
mahiyeti.
hakeza:
bunun gibi.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı
esası.
hakikî daireler:
gerçek alanlar.
hakikî:
gerçek; gerçekten.
hâkim-i âdil:
adaletli, adil hâkim.
hâkimiyet:
hâkim oluş, egemen-
lik, hâkimlik.
hâlbuki:
oysa ki.
halife:
Müslümanların dini reisi.
Hallâk:
yaratan, çokça yaratan,
sürekli her şeyi yaratan, var
eden, Allah.
hayalî:
hayale ait, gerçek olma-
yan.
iktiza:
gerektirme.
ismi hakikî:
hakikî, gerçek isim.
itibar etmek:
farazî değer, ger-
çekte olmayan fakat var sayılan
değer, farz etmek.
itibarî:
gerçek ve fiilî olmayan,
var sayılan.
kahhar:
kahreden, kudret ve
kuvvet sahibi, Allah.
kerîm:
ikram ve ihsanı bol olan
Allah.
kumandan-ı azam:
en büyük ku-
mandan.
mahiyet:
nitelik, iç yüz.
memurîn-i adliye:
adliye me-
murları.
Mevcut:
vücudu ezelî olan Allah.
muamelât:
muameleler, işlemler.
Rahîm:
sonsuz merhamet sahibi
olan Allah.
Rahman:
rahmeti bütün her-
kese yayılan ve bütün yaratıl-
mışların rızıklarını ve geçim
şekillerini içine alan rahmetin
sahibi Allah.
Rezzak:
bütün yaratılmışların
rızkını veren ve ihtiyaçlarını
karşılayan Allah.
safî:
saf, duru, temiz.
saltanat:
sultanlık, padişahlık.
saltanat-ı ulûhiyet:
ortak ka-
bul etmeyen İlâhî saltanat,
hâkimiyet.
sultan:
hükümdar.
tasavvur:
zihinde tasarlama,
düşünme.
tebeî:
dolaylı bağımsız olma-
yıp başkasına tâbi olarak.
tecelli:
görünme, belirme,
yansıma.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan, varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup mükerrer ezelî ve
ebedî olan Allah.
Vahid:
tek, biricik; dengi ve
ortağı olmayan, benzeri ol-
mayan Allah
Vehhâb:
herkese hakkı olan
her şeyi veren, hak etmediği
hâlde bağışlarla ihsan eden,
nimetlendiren Allah .
vücut:
varlık.
vücud-i hakikî:
gerçek vücut,
gerçek varlık.
ziyade:
fazla.
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
| 140 | Mektubat
1.
Ondan başka hiçbir varlık yoktur.