İşte, küre-i arzın tabakat-ı seb’asına dair bazı ehl-i keş-
fin, kitap ve sünnetin mizanıyla tartmadan beyan ettiği
tasvirat, yalnız coğrafya nokta-i nazarındaki maddî vazi-
yetten ibaret değildir. Meselâ demişler: “Bir tabaka-i arz,
cin ve ifritlerindir. Binler sene genişliği var.” Hâlbuki, bir
iki senede devredilen küremizde o acip tabakalar yerle-
şemez. Fakat âlem-i mana ve âlem-i misalde ve âlem-i
berzah ve ervahta küremizi bir çamın çekirdeği hükmün-
de farz etsek, ondan temessül ve teşekkül eden misalî şe-
ceresi o çekirdeğe nispeten koca bir çam ağacı kadar ol-
duğundan, bir kısım ehl-i şuhut, seyr-i ruhanîlerinde, ar-
zın tabakalarından bazılarını âlem-i misalde pek çok ge-
niş görüyorlar, binler sene bir mesafe tuttuklarını görü-
yorlar. gördükleri doğrudur. Fakat âlem-i misal sureten
âlem-i maddîye benzediği için, iki âlemi memzuç görü-
yorlar, öyle tabir ediyorlar. Âlem-i sahveye döndükleri
vakit, mizansız olduğu için, meşhudatlarını aynen yazdık-
larından, hilâf-ı hakikat telâkki ediliyor. nasıl küçük bir
âyinede büyük bir saray ile büyük bir bahçenin vücud-i
misaliyeleri onda yerleşir. öyle de, âlem-i maddînin bir
senelik mesafesinde binler sene vüs’atinde vücud-i misa-
lî ve hakaik-ı maneviye yerleşir.
H
AtİMe
: Şu meseleden anlaşılıyor ki, derece-i şuhut,
derece-i iman-ı bilgayptan çok aşağıdır. Yani, yalnız şu-
huduna istinat eden bir kısım ehl-i velâyetin ihatasız keş-
fiyatı, veraset-i nübüvvet ehli olan asfiya ve muhakkikî-
nin, şuhuda değil, kur’ân’a ve vahye, gaybî fakat safî,
ihatalı, doğru hakaik-ı imaniyelerine dair ahkâmlarına
Mektubat | 137 |
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
bul etmek.
gaybî:
gayp âlemine ait.
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri, esasları.
hakaik-ı maneviye:
mana âlemi-
ne ait olan gerçekler.
hatime:
son söz.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe aykırı.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ibaret:
oluşan, meydana gelen.
ifrit:
korkunç ve zararlı cin.
ihata:
tam kavrayış, zihnen, ak-
len ve bilgiyle kavrayış.
istinat:
dayanma, dayanan.
keşfiyat:
keşifler, manevî âlem-
lerde bazı olayları ve hakikatleri
görme.
kitap ve sünnet:
Kur’ân’ın ve Hz.
Muhammed’in (
ASM
) Müslümanla-
ra örnek olan mübarek söz, fiil ve
emirleri.
küre:
dünya.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
memzuç:
karışmış, karışık.
mesafe:
uzaklık.
meşhudat:
görünen, görülen.
misali:
görüntüden ibaret, numu-
neye ait, örneklik.
mizan:
terazi, ölçü.
muhakkikîn:
gerçeği araştırıp de-
lilleriyle bulan âlimler.
nispeten:
nispetle, kıyasla, oran-
la.
nokta-i nazar:
bakış açısı.
safî:
saf, temiz.
seyr-i ruhanî:
ruhanî ve manevî
âlemlerdeki seyir, seyahat.
sureten:
suret olarak, görünüş
bakımından.
şecere:
ağaç.
şuhut:
müşahede etme, kalp gö-
züyle görme.
tabaka:
kat, katman.
tabaka-i arz:
yer tabakası, yerin
tabakası.
tabakat-ı seb’a:
yedi tabaka.
tabir:
açıklama, yorum.
tasvirat:
tasvirler, anlatımlar.
telâkki:
kabul etme, anlama.
temessül:
bir şekil ve surete gir-
me, görünme.
teşekkül:
şekillenme, oluşum.
vahiy:
bir fikrin, hakikatin veya
emrin Allah tarafından peygam-
bere bildirilmesi.
vaziyet:
durum.
veraset-i nübüvvet ehli:
Pey-
gamberimizin vârisi durumunda
olan, büyük âlim ve velîler.
vücud-i misaliye:
misalî vücut,
görüntüden ibaret şekil.
vüs’at:
genişlik.
acip:
garip.
ahkâm:
emirler, hükümler.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri, dünya, çevre.
âlem-i berzah:
kabir âlemi.
âlemi ervah:
ruhlar âlemi.
âlem-i maddî:
maddî âlem,
görünen âlem.
âlem-i mana:
gözle gördüğü-
müz âlemin dışındaki mana
âlemi.
âlem-i misal:
misal âlemi,
bütün varlıkların ve olayları-
nın görüntülerinin yansıdığı
madde ötesi âlem.
âlem-i sahve:
uyanıklık, ayık-
lık âlemi.
arz:
yer, dünya.
asfiya:
Peygamberimizin vâ-
risi olup onun meslek ve ga-
yelerini hayata geçirmeye ça-
lışan zatlar.
âyine:
ayna.
beyan:
anlatma, açıklama.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
coğrafya:
yer yüzü şekillerini,
iklim vb. yönlerini inceleyen
ilim dalı.
dair:
alâkalı, ilgili; ilişkin, ait
derece-i iman-ı bilgayb:
gay-
ba, gözle görünmeyen şeyle-
re inancın derecesi.
derece-i şuhut:
şahit olma,
görme derecesi.
ehl-i keşif:
zahir hislerle bilin-
meyen hakikatleri Allah’ın lü-
tuf ve ihsanıyla bilen velîler.
ehl-i şuhut:
kâinatta tevhit
delillerini aynen seyreden,
İlâhî ve gizli sırlarını Allah’ın
izni ile gören şuhut ehli, velî.
ehl-i velâyet:
velî olanlar, Al-
lah’ın dostluğunu kazananlar.
farz etmek:
saymak, öyle ka-