ehl-i gaflet ve dalâlet, şu beş hakikatteki saadet ve
müjdeden mahrumdurlar. onların hâli ne kadar elîm ol-
duğunu şununla kıyas ediniz ki: Bir ihtiyar hanım, gayet
sevdiği sevimli bir tek çocuğunu sekeratta görüp, dünya-
da tevehhüm-i ebediyet hükmünce, gaflet veya dalâlet
neticesinde, mevti adem ve firak-ı ebedî tasavvur ettiğin-
den, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp,
gaflet ve dalâlet cihetiyle, erhamürrâhimîn’in cennet-i
rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden, ne kadar
me’yusâne bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.
Fakat vesile-i saadet-i dâreyn olan iman ve İslâmiyet,
mü’mine der ki: Şu sekeratta olan çocuğun Hâlık-ı ra-
hîm’i, onu bu fânî dünyadan çıkarıp cennetine götüre-
cek. Hem sana şefaatçi, hem ebedî bir evlât yapacak.
Müfarakat muvakkattır, merak etme
(1)
@ ! o
ºr
µ` o
ër
dn
G
(2)
n
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬ r
«n
dp
G B É s
fp
Gn
h ! És
fp
G
de, sabret.
(3)
? /
bÉ n
Ñr
dGn
ƒo
g ? /
bÉ n
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
®
Mektubat | 133 |
o
n
Y
edinci
m
ekTup
met, firdevs salkımları, nimet
cenneti.
gaflet:
gafillik, dünyaya daldığın-
dan dolayı ahireti unutma, farkın-
da olmama.
gayet:
son derece, çok.
hakikat:
gerçek, asıl.
Hâlık-ı Rahîm:
sonsuz merhamet
ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
hükmünce:
kararınca, kararına
göre, değerlendirmesince.
hüküm:
karar, emir.
hüzün:
tasa, üzüntü.
iman:
inanmak.
İslâmiyet:
islâm dini.
kabir:
mezar.
kıyas:
karşılaştırma.
mahrum:
nasipsiz, yoksun.
mevt:
ölüm.
me’yusâne:
ümitsizce.
muvakkat:
geçici.
müfarakat:
ayrılık.
müjde:
sevindirici haber.
mü’min:
inanan, Allah’a iman
eden.
netice:
sonuç.
saadet:
mutluluk.
sekerat:
ölmek üzere olan bir ki-
şinin can çekişme anı.
şefaatçi:
günahların bağışlanması
için vesile olan.
tasavvur:
tasarlama, düşünme,
hayal etme.
tevehhüm-ü ebediyet:
sonsuz-
luk kuruntusu, sonsuza kadar ya-
şayacağını sanmak.
vesile-i saadet-i dâreyn:
iki ci-
han saadetinin mutluluğunun se-
bebi.
adem:
yokluk.
bâkî:
ebedî, daimî, yok olma-
yan sürekli ve kalıcı olan, bü-
tün varlıklar yok olurken yok
olmayan ve bütün varlıklar
yok olduktan sonra da zatıyla
var olacak tek varlık, Allah.
bedel:
karşılık.
cennet-i rahmet:
Rahmet
cenneti.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, sapmak.
ebedî:
sonsuz, sürekli, de-
vamlı.
ehl-i gaflet:
Allah’a ve ahire-
te karşı duyarsız davranan.
elem:
üzüntü, acı, sıkıntı.
elîm:
çok acı verici, sıkıntılı.
erhamürrâhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi
olan Allah.
evlât:
çocuk.
fânî:
ölümlü, geçici.
firak-ı ebedî:
ebedî, sonsuz
ayrılık.
firdevs-i nimet:
cennetlik ni-
1.
Hüküm Allah’ındır. (Mü’min Suresi: 12.)
2.
Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz. (Bakara Suresi: 156.)
3.
Bâkî olan ancak Allah’tır.