Mektubat - page 130

“Şu çocuk çendan senin evlâdındır; fakat benim raiye-
tim ve milletimdir. onu ben alacağım, güzel bir sarayda
beslettireceğim.”
o adam ağlar, sızlar, “Benim medar-ı tesellim olan ev-
lâdımı vermeyeceğim” der.
ona arkadaşları der ki: “senin teessüratın manasızdır.
eğer sen çocuğa acıyorsan, çocuk şu mülevves, ufunet-
li, sıkıntılı zindana bedel, ferahlı, saadetli bir saraya gide-
cek. eğer sen nefsin için müteessir oluyorsan, menfaati-
ni arıyorsan; çocuk burada kalsa, muvakkaten şüpheli
bir menfaatinle beraber, çocuğun meşakkatlerinden çok
sıkıntı ve elem çekmek var. eğer oraya gitse, sana bin
menfaati var. Çünkü padişahın merhametini celbe sebep
olur, sana şefaatçi hükmüne geçer. padişah onu seninle
görüştürmek arzu edecek. elbette görüşmek için onu
zindana göndermeyecek, belki seni zindandan çıkarıp o
saraya celp edecek, çocukla görüştürecek. Şu şartla ki,
padişaha emniyetin ve itaatin varsa.”
İşte, şu temsil gibi, aziz kardeşim, senin gibi mü’min-
lerin evlâdı vefat ettikleri vakit şöyle düşünmeli:
Şu velet masumdur; onun Hâlık’ı dahi rahîm ve ke-
rîm’dir. Benim nakıs terbiye ve şefkatime bedel, gayet
kâmil olan inayet ve rahmetine aldı. dünyanın elemli,
musibetli, meşakkatli zindanından çıkarıp Cennetü’l-Fir-
devsine gönderdi. o çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kal-
saydı, kim bilir ne şekle girerdi! onun için ben ona acı-
mıyorum, bahtiyar biliyorum. kaldı kendi nefsime ait
arzu:
istek, heves.
aziz:
muhterem, çok değerli.
bahtiyar:
tâli’li, mutlu.
bedel:
karşılık.
celp:
çekmek.
Cennetü’l-Firdevs:
Firdevs cen-
neti, cennetin en yüksek derece-
si.
çendan:
gerçi, her ne kadar.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
elem:
üzüntü, acı.
emniyet:
inanma, güvenme
evlât:
çocuk; çocuklar.
ferahlı:
rahat, sıkıntısız.
gayet:
son derece, çok.
Hâlık:
yoktan yaratan, Allah.
hükmüne geçmek:
yerine geç-
mek, değerinde olmak.
inayet:
yardım, ihsan, iyilik.
o
n
Y
edinci
m
ekTup
| 130 | Mektubat
itaat:
boyun eğme, emre uy-
ma.
kâmil:
olgun, mükemmel, ek-
siksiz.
kerîm:
ikram ve ihsanı bol
olan Allah.
mana:
anlam.
masum:
günahı olmayan,
suçsuz.
medar-ı teselli:
teselli kayna-
ğı.
menfaat:
fayda, yarar.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, iyilik etmek.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı,
imtihan.
musibet:
belâ, sıkıntı.
muvakkaten:
geçici olarak.
mülevves:
kirli, pis.
mü’min:
iman eden, Allah’a
ve Allah’tan gelen her şeye
inanan.
müteessir olma:
üzülme, et-
kilenme.
nakıs:
noksan, eksik.
nefis:
insanın kendisi, şahsı.
padişah:
sultan, hükümdar.
Rahîm:
sonsuz şefkat ve
merhamet sahibi olan Allah.
rahmet:
merhamet etme,
şefkat gösterme, koruma.
raiyet:
halk, vatandaş.
saadet:
mutluluk.
şefaatçi:
günahların bağışlan-
ması için vesile olan.
şefkat:
içten karşılıksız mer-
hamet, sevgi.
şüpheli:
kuşkulu.
teessürat:
teessürler, üzün-
tüler.
temsil:
benzetme, örnek.
terbiye:
yetiştirme, eğitme.
ufunetli:
kötü ve pis kokulu.
velet:
çocuk.
zindan:
hapishane.
1...,120,121,122,123,124,125,126,127,128,129 131,132,133,134,135,136,137,138,139,140,...1086
Powered by FlippingBook