muhkem kal’alarını zirüzeber etmişim. onların en büyük
dinsiz feylesoflarını hayvandan aşağı düşürmüşüm. din-
sizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Al-
lah’ın tevfikiyle, beni o mesleğimin bir meselesinden ge-
ri çeviremezler, inşaallah mağlûp edemezler.
Madem böyledir; ben sizin dünyanıza karışmıyorum,
siz de benim ahiretime karışmayınız. karışsanız da bey-
hudedir.
“Takdir-iHudâ,kuvve-ibâzûiledönmez,
Birşem’aki,Mevlâyaka,üflemeklesönmez!”
(1)
Benim hakkımda, müstesna bir surette, pek ziyade
ehl-i dünya tevehhüm edip, âdeta korkuyorlar. Bende
bulunmayan ve bulunsa dahi siyasî bir kusur teşkil etme-
yen ve ittihama medar olmayan şeyhlik, büyüklük, hane-
dan, aşiret sahibi, nüfuzlu, etbaı çok, hemşehrileriyle gö-
rüşmek, dünya ahvaliyle alâkadar olmak, hatta siyasete
girmek, hatta muhalif olmak gibi, bende bulunmayan
emirleri tahayyül ederek evhama düşmüşler. Hatta ha-
piste ve hariçteki, yani kendilerince kabil-i af olmayanla-
rın dahi aflarını müzakere ettikleri sırada, beni âdeta her
şeyden menettiler.
Fena ve fânî bir adamın, güzel ve bâkî şöyle bir sözü
var:
“Zulmüntopuvar,güllesivar,kal’asıvarsa,
Hakkındabükülmezkolu,dönmezyüzüvardır.”
(2)
Mektubat | 121 |
o
n
a
lTıncı
m
ekTuBun
z
eYli
ittiham:
suç altında bulunma,
suçlama, suçlu duruma düşürme.
kabil-i af:
affedilebilir.
kal’a:
kale.
kusur:
özür, suç.
kuvve-i bâzû:
pazı kuvveti, bilek
gücü.
mağlûp etme:
yenme, üstün gel-
me.
medar:
sebep.
men:
yasak etme, engelleme.
mesele:
ehemmiyetli iş konu.
meslek:
tutulan yol, gidiş, usul.
Mevlâ:
Allah.
muhalif:
uymayan, karşıt, zıt.
muhkem:
sağlam.
müstesna:
benzeri olmayan, ku-
ral dışı, sıra dışı.
müzakere:
görüşme, karşılıklı fi-
kir alışverişi.
nüfuz:
sözü geçer olma, sözü din-
lenme; etki, tesir.
siyaset:
devlet idaresi, devletin
işlerini düzenleme ve yürütme
sanatıyla ilgili görüş ve anlayış;
politika.
siyasî:
siyasetle ilgili.
suret:
biçim, şekil.
şem’a:
mum.
şeyh:
tarikat kurucusu, bir tari-
katte en yüksek mertebeye ulaş-
mış kişi.
tahayyül:
hayal etme.
takdir-i Hudâ:
Allah’ın takdiri.
teşkil:
meydana getirme, oluş-
turma.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma, gerçekte var olma-
yanı var kabul etme.
tevfik:
yardım, başarılı kılma.
zirüzeber:
paramparça, yerle bir.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık, adaletsizlik, ezi-
yet.
âdeta:
sanki.
af:
affedilme
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem, öteki dün-
ya.
ahval:
hâller, durumlar.
alâkadar:
ilgili, alâkalı.
aşiret:
kabile.
bâkî:
ebedî, sürekli, kalıcı,
ölümsüz.
beyhude:
boşuna, boşu bo-
şuna.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti
düşünmeyen.
etba:
tâbi olanlar, uyanlar.
evham:
vehimler, kuruntular,
olmayan bir şeyi olur zanne-
derek meraklanmalar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fena:
kötü.
feylesof:
filozof, felsefeci.
gülle:
top mermisi.
hak:
doğru, hakikat, gerçek.
hanedan:
köklü ve büyük ai-
le.
hariç:
dış, dışarısı.
hemşehri:
aynı şehirden
olan.
inşaallah:
Allah’ın izniyle.
1.
Ziya Paşa’nın bir beyti.
2.
Tevfik Fikret’in bir beyti.