kalbe karışsanız: evet, ben nasıl bu kış içinde baharı
temenni ediyorum ve arzu ediyorum; fakat irade edemi-
yorum, getirmeye teşebbüs edemiyorum. öyle de, hâl-i
âlemin salâhını temenni ediyorum, dua ediyorum ve
ehl-i dünyanın ıslahını arzu ediyorum. Fakat irade ede-
miyorum; çünkü elimden gelmiyor. Bilfiil teşebbüs ede-
miyorum; çünkü ne vazifemdir, ne de iktidarım var.
Dördüncü şüpheli sual
: ehl-i dünya diyorlar ki: “
O
kadarbelâlargördükki,kimseyeemniyetimizkalmadı.
Sananasıleminolabilirizki,fırsatseninelinegeçse,ar-
zuettiğingibikarışmazsın?
”
El cevap
: evvelki noktalar size emniyet vermekle be-
raber, memleketimde, talebe ve akrabam içinde, beni
dinleyenlerin ortasında, heyecanlı hâdiseler içinde dün-
yanıza karışmadığım hâlde, diyar-ı gurbette ve yalnız, tek
başıyla, garip, zayıf, âciz, bütün kuvvetiyle ahirete müte-
veccih, ihtilâttan, muhabereden kesilmiş, iman ve ahiret
münasebetiyle uzaktan uzağa yalnız bazı ehl-i ahireti
dost bulan ve başka herkese yabanî ve herkes de ona ya-
banî nazarıyla bakan bir insan, semeresiz, tehlikeli dün-
yanıza karışsa, muzaaf bir divane olmak gerektir.
beŞİNCİ NOkta
Beş küçük meseleye dairdir.
Birincisi
Ehl-idünyabanadiyorlarki
: “
Bizimusul-imedeniye-
timizi,tarz-ıhayatımızıvesuret-itelebbüsümüzüneiçin
senkendinetatbiketmiyorsun?Demekbizemuarızsın?
”
Mektubat | 115 |
o
n
a
lTıncı
m
ekTup
suret-i telebbüs:
giyinme tarzı.
şüphe:
kuşku.
talebe:
öğrenci.
tarz-ı hayat:
hayat tarzı.
tatbik:
uygulama.
temenni:
bir şeyin olmasını veya
olmamasını isteme.
teşebbüs:
harekete geçme, giriş-
me, girişim.
usul-i medeniyet:
medeniyetin
usulü, yöntemi, prensibi.
vazife:
görev, iş.
zaif:
zayıf.
âciz:
güçsüz.
ahiret:
kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem, öteki dün-
ya.
arzu:
istek, heves.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bilfiil:
kendi çalışması ile, fi-
ilen, uygulamada.
dair:
alâkalı, ait, ilgili.
divane:
deli.
diyar-ı gurbet:
gurbet diyarı,
yurdu.
ehl-i ahiret:
ahiretini düşü-
nen, ahiretini esas tutan.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti
düşünmeyen.
emin olma:
güvenme.
emniyet:
emin; güven.
evvel:
önce.
garip:
gurbette kendi memle-
ketinin dışında bulunan.
hâdise:
olay.
hâl-i âlem:
dünyanın vaziye-
ti, durumu.
ıslah:
iyileştirme, düzeltme.
ihtilât:
karışıp görüşme, in-
sanlarla bir arada bulunma.
iktidar:
güç yetme.
iman:
inanmak, itikat.
irade:
dileme, seçme, kararı
yerine getirme gücü.
memleket:
vatan.
mesele:
ehemmiyetli iş, ko-
nu.
muarız:
karşı çıkan, muhalif.
muhabere:
haberleşme.
muzaaf:
kat kat, katmerli.
münasebet:
alâka, bağlantı,
ilişki.
müteveccih:
yönelen.
nazar:
bakış, göz.
salâh:
düzelme, iyileşme.
semere:
netice, meyve.
sual:
soru.