icbarıyla kabul etmeye mecbur oldum ve o parayı da ma-
nen millete iade ettik), hem maişet-i dünyeviye için min-
net altına girmemek, bütün ömrümde bir düstur-i haya-
tımdır. ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyan-
lar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar
bana hediyelerini kabul ettirmek için çok çalıştılar; kabul
etmedim.
“öyle ise, nasıl idare edersin?” denilse, derim:
Bereket ve ikram-ı İlâhî ile yaşıyorum. nefsim çendan
her hakarete, her ihanete müstahak ise de, fakat kur’ân
hizmetinin kerameti olarak, erzak hususunda ikram-ı İlâhî
olan berekete mazhar oluyorum.
(1)
r
çu
ón
ën
a n
?p
q
`Hn
Q p
án
ªr
©p
æp
H É s
en
Gn
h
sırrıyla, Cenab-ı Hakkın bana ettiği ihsanatı yâd edip, bir
şükr-i manevî nev’inde birkaç numunesini söyleyeceğim.
Bir şükr-i manevî olmakla beraber, korkuyorum ki, bir ri-
ya ve gururu ihsas ederek o mübarek bereket kesilsin.
Çünkü müftehirâne gizli bereketi izhar etmek, kesilmesi-
ne sebep olur. Fakat, ne çare, söylemeye mecbur oldum.
İştebirisi
: Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir ki-
le buğday bana kâfi geldi; daha var, bitmemiş. ne mik-
tar kifayet
(HaşİYe)
edecek, bilmiyorum.
İkincisi
: Şu mübarek ramazanda, yalnız iki haneden
bana yemek geldi; ikisi de beni hasta etti. Anladım ki,
başkasının yemeğini yemekten memnuum. Mütebakisi,
bütün ramazanda benim idareme bakan mübarek bir
HaşİYe:
Bir sene devam etti.
bereket:
Allah’tan gelen bolluk.
Cenab-ı Hak:
Allah Hakkın ta
kendisi olan şeref ve yücelik sahi-
bi Allah.
çendan:
her ne kadar, gerçi.
düstur-i hayat:
hayat prensibi.
ehl-i memleket:
hemşehri, aynı
memleketten.
erzak:
yenilecek, içilecek şeyler,
rızıklar.
gurur:
kibir, kendini yüksek ve
değerli tutma hissi.
hakaret:
hakirlik, aşağılama.
hane:
ev.
haşiye:
dipnot, açıklayıcı not.
hususunda:
konusunda.
icbar:
zorlama.
idare:
az bir şeyle yetinme, ye-
rinde harcama; bir işi yürütme,
yönetme, çekip çevirme.
ihanet:
arkadan vurma, kötülük
etme.
ihsanat:
ihsanlar, lütuflar, bağış-
lar, iyilikler.
ihsas:
hissettirme.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikram ve
ihsanı.
izhar:
açığa vurma, gösterme.
kâfi:
yeterli, yeter.
keramet:
lütuf, ihsan, ikram, ba-
ğış.
kifayet:
yeterlilik, yeterli olma.
kile:
36,5 kg`a denk gelen bir öl-
çü birimi.
maişet-i dünyeviye:
dünyaya ait
geçim.
mazhar:
nail olma, erişme.
mecbur:
bir işi yapmak zorunda
kalmış.
memnu:
menedilmiş, yasaklan-
mış.
minnet:
insanın yapılan bir iyilik
karşısında kendisini borçlu his-
setmesi.
mübarek:
feyizli, bereketli, hayır-
lı.
müftehirâne:
gururla, iftihar ede-
rek.
müstahak:
hak etmiş, lâyık.
mütebaki:
geri kalan kısım.
ne çare:
çaresiz.
nefis:
kötü vasıfları, nitelikleri
kendisinde toplayan, hayırlı işler-
den alıkoyan güç.
nefiy:
sürgün etme.
nev’:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, insana faydalı
olan her şey.
numune:
örnek, misal.
Rab:
besleyen, yetiştiren,
verdiği nimetlerle mahlûkatı
terbiye eden Allah.
ramazan:
oruç ayı.
riya:
gösteriş.
şükran:
teşekkür etme, min-
nettarlık.
şükr-i manevî:
manevî şü-
kür.
yâd:
anma.
o
n
a
lTıncı
m
ekTup
| 110 | Mektubat
1.
Rabbinin nimetini şükranla an. (Duha Suresi: 11.)