sen ne dersen de, ben derim ki: Bu dostlarım içinde
çok münafıklar var. Münafık kâfirden eşeddir. onun
için, kâfir rus’un bana çektirmediğini çektiriyorlar.
Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptım ve ne yapıyo-
rum? İmanınızın kurtulmasına ve saadet-i ebediyenize
hizmet ediyorum. demek hizmetim halis, lillâh için ol-
mamış ki, aksülamel oluyor; siz ona mukabil her fırsatta
beni incitiyorsunuz. elbette mahkeme-i kübrada sizinle
görüşeceğiz.
(2)
l
Ò°/
ü s
ædG n
ºr
©p
fn
h '
‹ r
ƒn
Ÿr
G n
ºr
©p
f @
(1)
o
?«/
c
n
ƒr
dG n
ºr
©p
fn
h*G Én
æ o
Ñ°r
ùn
M
derim.
(3)
? /
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g ? /
bÉn
Ñr
dn
G
Sa i d Nu r s î
®
Mektubat | 127 |
o
n
a
lTıncı
m
ekTuBun
z
eYli
lillâh:
Allah için.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme.
mukabil:
karşılık, karşı.
münafık:
ikiyüzlü, inanmadığı
hâlde inanmış görünen kişi.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
vekil:
kendisine dayanılan, göze-
ten, şahit ve koruyucu Allah.
aksülamel:
tepki, beklenenin
dışında karşılık görme.
bâkî:
ebedî, daimî, kalıcı, de-
vamlı.
bedbaht:
bahtsız, zavallı.
elbette:
şüphesiz, her hâlde.
eşed:
daha şiddetli.
halis:
temiz, samimî, içten.
iman:
inanmak, itikat, inanç.
kâfi:
yeter, yeterli.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti in-
kâr eden, dinsiz.
1.
Allah bize kâfidir; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmran Suresi: 173.)
2.
O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır. (Enfal Suresi: 40; Hac Suresi: 78.)
3.
Bâkî olan Ancak Allah’tır.