derecesine gidebilir. Yoksa, esbap içinde dalmış ise,
maddiyata mütevaggıl ise, vahdetülvücut demesi, kâinat
hesabına Allah’ı inkâr etmeye kadar çıkar.
evet, cadde-i kübra, sahabe ve tâbiîn ve asfiyanın
caddesidir.
(1)
l
án
àp
HÉn
K p
ABÉ n
«r
°Tn
’r
G o
?p
F B Én
?n
M
cümlesi, onların kaide-i
külliyeleridir. Ve Cenab-ı Hakkın,
(2)
l
A r
?n
T /
¬p
?r
ãp
ªn
c ¢n
ù r
«n
d
maz-
munu üzere, hiçbir şey ile müşabeheti yok; tahayyüz ve
tecezziden münezzehtir. Mevcudatla alâkası, hâlıkıyettir.
ehl-i vahdetülvücudun dedikleri gibi mevcudat evham ve
hayalât değil. görünen eşya dahi Cenab-ı Hakkın âsârı-
dır. “Heme ost” değil, “Heme ezost”tur. Yani, “Her şey
o değil, belki her şey ondandır.” Çünkü, hâdisat ayn-ı
kadim olamaz. Şu meseleyi iki temsil ile fehme takrip
edeceğiz.
Bi r inc i s i
: Meselâ bir padişah var. o padişahın hâ-
kim-i âdil ismiyle bir adliye dairesi var ki, o ismin cilvesi-
ni gösteriyor. Bir ismi de halifedir; bir meşihat ve bir il-
miye dairesi, o ismin mazharıdır. Bir de kumandan-ı
azam ismi var; o isim ile devair-i askeriyede faaliyet gös-
terir, ordu o ismin mazharıdır.
Şimdi, biri çıksa, dese ki: “o padişah yalnız hâkim-i
âdildir; devair-i adliyeden başka daire yok.” o vakit,
bilmecburiye, adliye memurları içinde, hakikî değil, itiba-
rî bir surette, meşihat dairesindeki ulemanın evsafını ve
ahvalini onlara tatbik edip, zıllî ve hayalî bir tarzda,
hakikî adliye içinde tebeî ve zıllî bir meşihat dairesi
Mektubat | 139 |
o
n
S
ekizinci
m
ekTup
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
evsaf:
vasıflar, özellikler.
faaliyet:
işler
fehime takrip etmek:
akıl ve an-
layışa yaklaştırmak.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hakikî:
gerçek.
hâkim-i âdil:
adil hâkim, adaletli
hâkim.
hâlıkıyet:
yaratıcılık, yaratmak.
halife:
Müslümanların dini reisi.
hayalât:
hayaller, hülyalar.
hayalî:
hayale ait.
heme ezost:
her şey Ondandır.
heme ost:
her şey Odur.
ilmiye:
ilim adamları sınıfı, eği-
timle ilgili daire, ilmiye dairesi.
inkâr etme:
reddetme.
itibarî:
var sayılan gerçek ve fiilî
olmayan.
kaide-i külliye:
her şeyde geçerli
olan kural.
kâinat:
bütün âlemler, varlıklar.
kumandan-ı azam:
en büyük ku-
mandan, komutan.
maddiyat:
maddî ve cismanî şey-
ler, gözle görülüp elle tutulan
şeyler.
mazhar olma:
zuhur ettiği, gö-
ründüğü yer olma.
mazmun:
meal, mana, kavram,
sanatlı, ince ve güzel söz.
mesele:
konu.
meşihat:
din işleri dairesi.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmışların tümü.
münezzeh:
tenzih edilmiş, arın-
mış, uzak.
müşabehet:
benzeme, benzeyiş.
mütevaggıl:
bir şeyle ileri dere-
cede meşgul olan.
padişah:
sultan, hükümdar.
Sahabe:
Peygamberimizin müba-
rek yüzünü görmekle şereflenen
ve onun sohbetlerine katılan
mü’min kimse.
suret:
biçim, tarz.
tâbiîn:
Hz. Muhammed’in (
ASM
)
ashabıyla görüşmüş, onlardan
ders almış olan Müslümanlar.
tahayyüz:
yer tutma, yer kapla-
ma.
tatbik:
uygulama.
tebeî:
dolaylı, başka bir şeye tâbi
olan.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bölün-
me.
temsil:
misal getirme, örnek.
ulema:
âlimler.
vahdetülvücut:
vücudun birliği,
varlığın bir ve tek olduğu düşün-
cesi, her şeyin bir olan Allah’ın
değişik görünüşleri olduğuna
inanma temeline dayanan tasav-
vufî görüş
zıllî:
gölgeli.
adliye dairesi:
yargı ve karar-
ların geçerli olduğu yer, saha.
adliye:
mahkeme, yargı.
ahval:
hâller, durumlar.
alâka:
ilişki, ilgi, bağ.
âsâr:
eserler.
asfiya:
Hz. Peygamberin (
ASM
)
vârisi hükmünde, onun mes-
lek ve gayelerini hayata ge-
çirmeye ve tatbike çalışan
âlim zatlar.
ayn-ı kadim:
kadimin kendi-
si, kadim olan Allah gibi.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
zorunlu olarak.
cadde-i kübra:
büyük ve ge-
niş olan cadde.
Cenab-ı Hak:
Allah.
cilve:
tecelli, görünme, yansı-
ma.
derece:
basamak, aşama.
devair-i adliye:
adliye daire-
leri.
devair-i askeriye:
askerî da-
ireler, askere ait olanlar.
ehl-i vahdetülvücut:
“Al-
lah’ın varlığı o kadar mükem-
meldir ki, diğer varlıklar Ona
göre bir gölge gibi ve varlık is-
mini almaya lâyık değiller”
şeklinde inanan tasavvufçu-
lar.
esbap:
sebepler.
1.
Eşyanın vücudu kesin bir gerçektir.
2.
Onun benzeri hiçbir şey yoktur. (Şurâ Suresi: 11.)